Meslek
yaşamı boyunca, Freud her zaman klinik buluşlarını daha geniş bir kuramsal
bağlam içersine yerleştirmeye çalıştı. Sürekli olarak kendini insan
örgenliğinin içersinde kabul edildiği gibi, beyinde ruhsal fenomenleri üretmek
için varolması gereken yapı ve işlevlerin doğaları konusunda sorgulamayı
sürdürdü. Kısaca, anlığın kendisinin kuramsal bir modelini kurmaya çalıştı.
Uzun meslek yaşamının sürecinde, bu amacı göz önünde tutarak birçok çalışma
üreti.
1890’lardaki
en erken girişimleri ruhbilimsel olduğu denli de nörofizyolojik doğadaydılar.
Brücke’nin Kurumundaki düzenekçi eğitimiyle tutarlı olarak, Freud uyanıklıktaki
düşünce süreçlerini olduğu gibi düşleri ve histerik belirtileri de
açıklayabilecek nörolojik yapı ve düzenekleri betimleme girişiminde bulundu.
Sonuç 1895’te Freud’un hiçbir zaman yayıma hazır duruma getirmediği, ama
ölümünden sonra yayımcılarının Bilimsel
Bir Ruhbilim İçin Tasar (Project
for a Scientific Psychology) başlığı altında yayımladıkları uzun bir
taslak elyazmasıydı.
Gerçi Tasar’ın yazılışı Freud için
olağanüstü yararlı bir deneyim olmuş ve onu birçok yeni ve değerli düşünceye
götürmüş olsa da, nörolojik çerçeve kuramcılığı üzerine birçok gereksiz
sınırlama dayattı. Sinir dizgesi henüz onun hangi sinirsel düzeneklerin hangi
ruhsal fenomenlerden sorumlu olduğunu yeterli ayrıntıda saptamasına olanak
verecek bir düzeyde anlaşılmış değildi. Böylece Freud yeni bir strateji
benimsedi, sinirbilimsel ayrıntılar tarafından oyalanmasına izin vermek yerine,
kuramını bütünüyle ruhbilimsel terimlerde anlatmaya karar verdi. Kavramlarını
eldeki tüm nörolojik bilgi ile tutarlı
kılmaya çalıştı ve Tasar’ın
anahtar düşüncelerinden çoğunu korudu, ama bu kez nörolojik-olmayan bir
terminolojiye dökülmüş olarak. Gelecekteki nörolojik araştırmanın onun
varsayımsal ruhsal süreçlerinin temellerinde yatan sağın düzenekleri ortaya
sereceğine güveniyordu. Bununla birlikte, şimdilik sağın olarak ruhbilimsel
zeminde kalmakla daha iyi ilerleyebileceğine karar verdi.
Freud’un anlık için en son ve en belirli ruhbilimsel modeli
1923’te Ego ve İd’de yayımlandı ve orada şimdi
ünlü İd, Ego ve Süperego bölümlemesini getirdi.
Klinik çalışmasıyla tutarlı olarak, insan anlığı bu anlayışa göre herşeyden
önde çatışmanın çözülmesinden sorumlu bir örgendi.
Freud’un anlayışına göre, insan anlığı sürekli olarak üç
ayrı türde istemin kuşatması altındadır ve bunlar genellikle birbirleriyle
çatışır ve bir tür uzlaşma çözümü isterler. İlkin bedenin kendi içersinden
doğan istemler vardı—beslenme, ısınma, bedensel ya da eşeysel doyum ve
başkaları için dirimsel temelli gereksinimler. Freud bu dirimsel istemleriki
bunlardan hiçbir zaman kaçınılamaz ya da kaçılamazdı içgüdüler olarak adlandırdı. İkinci büyük istemler sınıfı
bedenin içersinden değil, ama dışsal olgusallık
dünyasından gelir. Çevre sürekli olarak insan örgenliği üzerine bir tür
uyarlanma karşılığı gerektiren uyarılar getirir kaçılacak tehlikeler, aranacak
içgüdü-doyurucu nesneler vb. Açıktır ki, içgüdüsel istemler ve olgusallığın zorlamalarının
birbirleri ile çatışmaya girdikleri, içgüdüsel doyumun olgusal dünyanın
koşulları nedeniyle ertelenmesi, değiştirilmesi ya da bütünüyle terkedilmesinin
gerektiği sayısız durumla karşılaşılır. İçgüdüsel dilekler ve olgusallık
arasındaki çatışmalar hiç kuşkusuz düşler, histeri ve birincil ve ikincil
süreçler üzerine erken kuramlarını geliştirdiği zaman Freud’un önemli uğraşları
arasındaydılar.
Ego ve İd’i yazdığı sıralarda, Freud ahlaksal
istemlerin [moral demands]
anlığın yüklerinin bir üçüncü kategorisini oluşturduklarını anlamıştı, çünkü
ahlaksal kaygıların hem içgüdüsel dileklerle hem de nesnel olgusallıkla
çatışmaya girdiği sayısız durumu gözlemişti. Örneğin, bireyler sık sık
içgüdüsel olarak doyum verici edimleri yerine getirmekten duyunç nedeniyle
kaçınıyorlardı, üstelik nesnel çevrede açıkça engelleyici hiçbir güç
bulunmadığı zamanlarda bile. Başka zamanlarda, ahlaksal istemler bir bireyi
dışsal olgusallığın istemlerini gözardı etmeye ya da çiğnemeye götürüyordu,
örneğin bir kimse bir başkasına yardım etmek için yaşamını tehlikeye attığı
zaman olduğu gibi. Ahlaksal istemler böylece sık sık kişiyi olgusallığın
istemlerinden ve içgüdülerden bütünüyle bağımsız yollarda güdüleyebilir ve sık
sık da güdülerler. İnsan ruhunun herhangi bir tam modeli bunlara yer ayırmak
zorundaydı.
Anlığın yeni modelinde, Freud insanın çatışmasına katılan bu
üç yandan her birini açıklayacak birer ruhsal kendilik kavramı geliştirdi. İlk
olarak, ruhsal aygıtın doğrudan doğruya içgüdülere karşılık veren ve O [Das Es=Id=It] olarak adlandırılabilecek bir
parçası olduğunu ileri sürdü. İd
bedenin örgensel gereksinimlerinin doğrudan sonucu olarak doğan dilek ve
dürtülerin tümünü depolar. İkinci olarak, dışsal dünyadan duyumları ruha ileten
bir algı dizgesi vardır. Anlık
ve dışsal dünya arasındaki sınıra yerleşmiş bu algı dizgesi yoluyla, dışsal
dünya tarafından örgenlik üzerine dayatılan istemler tanınmaya başlar.
Üçüncü olarak, Freud ruhun içersinde Üstben [Das Über-Ich,
Ichideal] olarak adlandırdığı bir ahlaksal kendilik konutladı. Hem O hem de algısal aygıt ruha dışından
gelen erkeler için giriş verirken, Üstben
ise bütünüyle ruhsal dizgenin kendi içersinde kapsanır. Bu üç kendiliğin
düzenlemeleri Şekil 6-1 tarafından sunulur.
Yine
Şekil 6-1’de belirtildiği gibi, Ben
ruhsal aygıtın tam ortasına yerleşmiştir. Bu özeksel yerleşim içgüdü,
olgusallık ve duyuncun istemlerinin birleştikleri ve çatıştıkları konumu imler.
Çatışmaları olanaklı olduğu ölçüde çözmeye ve uygun eylem yolları konusunda
karar vermeye yönelik ansal işin Bende
yerine getiriliyor olması gerekir. Kaçınılmaz olarak, Benin çelişkili istemleri uzlaştırmadaki ilk görevi bunlardan
herhangi birinin aşırı ölçüde iveğen doyumunu engellemektir. Sonra, eylemin
geçici bir ertelenişini başardıktan sonra, Ben tüm yanlar için hiç olmazsa belli bir düzeyde kabul
edilebilir olacak bir tür uzlaşma eylemini
üretmek zorundadır.
Çalışma yaşamının son evrelerine doğru, Freud Ben tarafından üretilen uzlaşma
türlerini giderek daha ayrıntılı bir düzeyde çözümledi. Kişinin yaptığı herşeyin
ruhu üzerinde çatışan birçok istem arasında bir tür uzlaşmanın sonucu olduğu
görüşü onun için artık açıklık kazanmıştı. Kimi zaman uzlaşmalar çatışan
istemlerden birini başkalarına karşı yeğliyor ve birey için
uyarlanabilirliklerinde değişiklikler gösteriyorlardı. Ama tüm insan davranışı
bir tür çatışmaya bir tür uzlaşma karşılığı olarak görünüyordu.
Bir uzlaşmalar sınıfı gençliğinde Freud’un dikkatini çekmiş
olan düşler ve histerik belirtiler gibi birincil süreç fenomenleri idiler.
Bunlar Ben göreli olarak
zayıfken oluyorlardı ve dışsal olgusallığın zorlamalarının büyük ölçüde gözardı
edilmesine götüren aşırı uzlaşma biçimleriydiler. Bununla birlikte, Onun dileksel baskıları burada bile
tam olarak utkulu olamıyor, çünkü patojenik düşünceler ve gizli düşünceler Üstbenin baskısının bir sonucu olarak
açık olmaktan çok örtük anlatım kazanıyorlardı. Arı biçimleri içindeki dilekler
ahlaksal bir duruş noktasından kabul edilemiyorlar, ve bu yüzden anlatılmadan
önce çarpıtılmaya uğruyorlardı. Böylece düşler ve belirtiler bir yandan
olgusallığın yenik düşmesine izin veren göreli olarak zayıf bir Ben tarafından yaratılan uzlaşmalar,
ve öte yandan Üstbenin
istemlerine uymak için değişkiye uğratıldıktan sonra simgesel anlatım kazanan O dürtüleri idiler.
Savunma Düzenekleri. Freud tarafından saptanan bir başka önemli uzlaşmalar
kümesi de herkesin normal uyanıklık davranışlarını doğrudan etkiler, ve savunma düzenekleri olarak
adlandırılır. Savunma düzenekleri birçok değişik biçimde gelir ve değişik
bireyler bunların değişik bileşimlerini kullanma eğilimini gösterirler. Bununla
birlikte, açık bir olgu herkesin onları her zaman bulunan ve kaçınılmaz olan
çatışmalarla başa çıkmak için sürekli olarak kullanmasıdır. Olağan savunma
düzenekleri arasında yerdeğiştirme, yansıtma, anlıksallaştırma, yalanlama ve
ussallaştırma bulunur.
Yerdeğiştirme savunma düzeneği
için ilkörnek düşlerde ve histeride gözlenen yerdeğiştirmedir. Yerdeğiştirme
bir savunma düzeneği olarak kullanıldığı zaman, olgusal yaşamda bir dürtü asıl
hedefi belli bir yolda andıran, ama ‘‘daha güvenlikli’’ olarak onun yerini alan
bir kişiye doğru işler. Örneğin, birçok erkek annelerini andıran kadınlarla, ve
birçok kadın babalarını andıran erkeklerle evlenir. Bu durumlarda, Freud’a
göre, eşler belli bir ölçüde bu andırım nedeniyle seçilirler. Böyle seçimler
bireye karşı-eşeyden ebeveyne benzer olan, ama eşeysellik nesnesi rolünde aynı
endişeyi yaratmayan bir sevgi nesnesi sağlayarak Ödipal dürtülerin
yerdeğiştirmiş doyumuna izin verirler. Yerdeğiştirme ayrıca insanlar patronları
ya da polisler gibi daha tehlikeli kişiler tarafından kızdırıldıktan sonra bu
kızgınlığı aile üyeleri ya da ev hayvanları gibi ‘‘güvenlikli’’ hedefler
üzerinde ‘‘boşalttıkları’’ zaman da olur. Bu durumda eşeysellikten çok
saldırganlık yerdeğiştirmiş olur.
Yansıtma birinin kendi kabul edilemez dürtülerinin
başka birine yüklenmesini sağlayan bir sıradan savunma düzeneğidir. Bireyler
başkalarına karşı düşmanca duygular duyabilir, ama Üstbenin istemleri nedeniyle öfkeli olduklarını kabul etmeyi
başaramayabilirler. Bu ikilemi bilinçsiz olarak kendi öfkelerini başka bir
kişiye yansıtarak çözebilir, başka kişinin onlara düşman olduğu yolunda
bilinçli algıya ulaşabilirler. Yansıtma savaş zamanlarında, sayısız kötü
dürtünün yaygın olarak düşmana yansıtıldığı ama kendi yanında kararlı olarak
yalanlandığı zaman özellikle sık görünür.
Anlıksallaştırmada bir dürtü-yüklü alana salt anlıksal bir yolda
yaklaşılır. Böylece eşeysel dürtüler herhangi bir açık eşeysel etkinlik yerine
getirilmeksizin eşeysellik nesnesine büyük bir anlıksal ilgide sonuçlanabilirler. Birçok ergin birey
tomurcuklanmakta olan eşeysel duygularıyla bu yolda başa çıkmaya çalışır, sık
sık süreçte yararlı bir bilgi kazanır.
Kimi savunma düzenekleri bir dürtünün açık doyumuna izin
verir, ama sonra o doyumun anısını
değiştirerek endişenin yaşanmasını önler. Bu tipte oldukça ilkel ve çocuklarda
yaygın olan bir savunma düzeneği yalanlamadır.
Yalanlamada kişi sanki birşey hiç olmamış gibi davranır. Kavga eden iki çocuk
bir yetişkinin yaklaştığını sezer sezmez birden bütünüyle uyumlu ve canayakın
bir yolda davranmaya başlayabilirler. Giderek yetişkinin uzaklaşmasından sonra
bile çok kısa bir süre önce açıkça anlattıkları saldırgan dürtüleri başarılı
olarak yalanlamayı sürdürebilirler. Yalanlamanın oldukça incelmiş bir başka
türü de yetişkinler tarafından sık sık uygulanan ussallaştırmadır. Burada kişi bir güdü nedeniyle davranabilir,
ama davranışını bir başka güdünün zemininde açıklayabilir. Savunma düzenekleri
olarak başarılı olmaları için ussallaştırmalara onları ussallaştıranların
kendileri tarafından inanılmalıdır.
Yüceltme savunma düzeneklerine benzer ruhsal bir
uzlaşmadır ve bir içgüdü erkesi Üstben
ve olgusallık istemleri tarafından toplumsal olarak değerli birşey üreteceği
bir yolda yönlendirildiğinde olur. Örneğin, bir sanatçı kökensel olarak eşeysel
ya da saldırgan içgüdüsel erkesini bir sanat yapıtının yaratılmasına
yeniden-yöneltebilir. Yapıtın başlatıcı dürtülerle simgesel bir ilişkisi
olabilir, tıpkı bir düşün açık içeriğinin gizli içeriği ile ilişkili olması
gibi. Bununla birlikte, bir sanat yapıtı durumunda, Ben ve ikincil süreç son ürün üzerinde onun bir düşten çok daha
cilalı ve etkili olacağı bir yolda ‘‘çalışırlar.’’ Yüceltme sanatsal
yaratıcılığa sınırlanmaz, ama ruhçözümsel kuram tarafından aşağı yukarı tüm
yaratıcı etkinliğin temelinde yattığı varsayılır.
Yüceltme ile yakından ilgili ve birinin yapabileceği en iyi
uzlaşmaların arasında olan şey sevgidir.
Sevgide bir birey bir başka kişinin iyiliği için gerçek bir kaygı duyar. Birçok
bakımdan bu ideal bir uzlaşma sağlar, çünkü eşeysel ve duygusal gereksinimler
sık sık bir sevgi ilişkisinin bağlamı içersinde doyurulabilirler, ama törel ve
olgusallık-yönelimli kaygılar tarafından yumuşatılmış olarak. Burada içgüdü,
olgusallık, ve Üstben tümü de doyum kazanırlar.
Yüceltmeden ve sevgiden doğan uzlaşmalar en iyileri arasında
olsalar da, o denli de en güç olanlarıdırlar. Yüceltme güçtür çünkü başarılı
olarak yerine getirilebilmesi için sık sık alışılmadık ölçüde yüksek bir beceri
düzeyini gerektirir (örneğin sanatsal yetenek gibi) ve sağladığı içgüdüsel
doyum oldukça yumuşak ve içgüdünün başlangıçtaki hedefinden çok uzaktır. Sevgi
sorunlar yaratır, çünkü sevgilinin yitirilmesi durumunda kişiyi ağır
düşkırıklığı ya da acı olasılığı ile yüz yüze bırakır. Çok az olay bundan daha
yıkıcıdır, ve sevgide bir kez yitiren kişiler onu insan ikilemine yanıt olarak
yeniden denemede isteksiz olabilirler.
Yaşamının sonuna doğru, Freud giderek artan bir düzeyde
kuramının bu yanlarının felsefi imlemleriyle uğraşmaya başlamıştı. 1930’da
yayımlanan Uygarlık ve
Hoşnutsuzlukları’nda yüceltme ve sevgiden doğan insan mutluluğunun uzun
erimli beklentilerini çözümledi. Bireyin toplumdaki paradoksal durumundan
kaynaklanan gizil olarak uzun erimli bir güçlüğü öngördü. Ancak uygar bir
toplumda yüceltme ve sevginin ‘‘yüksek’’ doyumları olanaklıdır. Ancak toplumsal
olarak üzerlerinde anlaşılmış değerler yüceltme ürünleri için gerekli biçimleri
sağlayabilirler, ve öte yandan anlamlı sevgi ilişkileri için aile ve başka küme
bağlarını yöneten toplumsal kurumlar gerekir. Ama toplum bu doyumlara olanak
veren yapıyı sağlarken, ayrıca dürtülerin doyumu üzerine kısıtlamalar da
dayatır. Freud Birinci Dünya Savaşı gibi yıkımlardan ve Almanya’da Nasyonel
Sosyalizmin yaklaşan doğuşundan ‘‘uygar’’ toplumların sevgi içgüdüleri
üzerindeki kısıtlamalarını arttırırken, onları ölüm ve yoketme içgüdüleri
üzerinden kaldırdıkları olgusunun büyüyen kanıtlarını görüyordu. Böylece
savaşta kıyım ve cinayet edimleri işlenebilir, ve yurtseverlik ve ahlak
edimleri olarak övülebilirler. Uygarlık
ve Hoşnutsuzlukları’nın sonunda Freud bu eğilimin kısa bir sürede
tersine döneceği ve toplumların sevgiye hizmette uzlaşmalar için daha çok
fırsat yaratmaya başlayacakları umudunu anlattı. Bununla birlikte, aşırı
iyimser değildi, ve bir soruyla bitirdi: ‘‘Ve şimdi iki ‘Göksel Güç’ten
ötekinin, bengi Eros’un, eşit ölçüde ölümsüz karşıtıyla [Thanatos, ölüm ve
saldırganlık içgüdüsü] savaşımında kendini ileri sürmek için bir çaba
göstermesi gerekecektir. Ama hangi başarıyla ve hangi sonuçla olacağını kim
bilebilir?''
Özet olarak, Freud’un iletisi insan varoluşunun sorunlarına herhangi bir
eksiksiz yanıtın olmadığı yolundaydı. Kişi tam olarak yeterli ya da kalıcı
hiçbir çözüm vermeyen çatışmaların sürekli kuşatması altındadır. Freud’un anlık
modeli tarafından imlenen oldukça kötümser ama belki de gerçekçi vargı bir
insanın en iyisinden yaşamın çatışan istemlerinden uzlaşmalar yaratmayı
umabilecek olduğudur. Eğer birey güçlü ve yaratıcı bir Ben geliştirecek ve yüceltme ve sevgi için doğru fırsatlar
sağlayan bir toplumda yaşayacak denli şanslı olmuşsa, uzlaşmalar pekala iyi
uzlaşmalar olabilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder