Sigmund
Freud 6 Mayıs 1856’da Moravya’nın Freiberg kasabasında doğdu. Ailesi 1860’ta
Viyana’ya taşındı ve Freud 1938’de Nazizmin doğuşu onu ölümünden kısa bir süre
önce İngiltere’ye yerleşmek zorunda bırakıncaya dek orada kaldı. Freud’un biraz
olağandışı bir aile çevresi vardı, çünkü babası annesinden yirmi yıl daha
yaşlıydı ve önceki karısından iki oğlu vardı. Bu çocuklardan birinin Sigmund
doğmadan kısa bir süre önce kendi çocuğu olmuştu. Sigmund on yıllık bir süre içinde
annesinin doğuracağı sekiz çocuktan ilkiydi. Böylece kalabalık bir doğrudan
aile çevresinde en büyük çocuk olarak büyüdü, ama ayrıca annesinin yaşında üvey
kardeşleri ve kendisinden büyük bir de yeğeni vardı. Bu pek alışılmadık durumun
daha sonra kuramlarını formüle ederken Freud’u aile ilişkilerindeki
tuhaflıklara karşı özellikle duyarlı kılmış olması olasıdır.
Doğrudan ailesi içindeki en büyük çocuk olarak, Sigmund tüm
kardeşlerinin tartışmasız önderi oldu. Ayrıca okulda da göze çarpacak denli başarılıydı
ve bu durum ailesini ona geceleri rahatsız edilmeden çalışabileceği bir oda
vermeye götürdü. Babasının parasal konularda sürekli güçlükler çeken bir yün
tüccarı olmasına karşın, Sigmund kitap alması konusunda her zaman
yüreklendirildi. Çocukluğunda bile yüksek anlıksal özlemleri vardı ve eline
geçen her tarih ve felsefe kitabını okurdu. Aylar boyunca bir arkadaşıyla
birlikte boş zamanlarını Don Kişot’u
özgününde okuyabilmek ve iletişimi Viyana’da çok az bilinen bir dilde
olabilecek gizli bir toplum kurmak için İspanyolca öğrenmekle geçirdi.
Lisedeki son yılına dek, Freud’un ilgi ve yetenekleri onu tüze ya da politika alanında gelişecek bir meslek yaşamına çekiyor görünüyordu. Bununla birlikte, o yıl sırasında Goethe’nin Doğa üzerine bir denemesi ile karşılaştı ve yazı birdenbire onu bilimin çekiciliğine uyandırdı. Hemen hemen üzerine hiç düşünmeden, Viyana Üniversitesinde tıp fakültesine yazılarak bu yeni ilgiyi doyurmaya karar verdi.
Lisedeki son yılına dek, Freud’un ilgi ve yetenekleri onu tüze ya da politika alanında gelişecek bir meslek yaşamına çekiyor görünüyordu. Bununla birlikte, o yıl sırasında Goethe’nin Doğa üzerine bir denemesi ile karşılaştı ve yazı birdenbire onu bilimin çekiciliğine uyandırdı. Hemen hemen üzerine hiç düşünmeden, Viyana Üniversitesinde tıp fakültesine yazılarak bu yeni ilgiyi doyurmaya karar verdi.
Üniversitede Freud’un birçok dikkate değer öğretmeni oldu.
İlk bir iki yıl boyunca bunların en etkili olanı kısa bir süre önce ruhbilim
üzerine bir ders kitabı yazmış bir felsefeci olan Franz Brentano (1838-1917)
idi. Brentano düşünce akışını belirlemede güdüsel etkilerin olağanüstü önemde
olduklarını ve fiziksel nesnelerin ‘‘nesnel’’ olgusallıkları ile kişisel
düşüncenin ‘‘öznel’’ olgusallığı arasında derin ayrımlar olduğunu
öğretiyordu—her iki konu da daha sonra ruhçözümlemede daha güçlü biçimler
altında kendilerini göstereceklerdi. Brentano ayrıca bilinçsiz düşüncelerin
varolup olmadıkları sorusunu da ciddi olarak irdeliyordu, ve varolmadıkları
vargısına ulaşmış olsa da, vurguladığı pekçok özel nokta Freud’un daha sonraki
olumlu vargıları arasına girecekti. Brentano karizmatik bir öğretmendi. Freud
kısa bir süre için onun tılsımı altına düştü ve tıp eğitimini tamamladıktan
sonra felsefede bir derece almaya karar verdi. Bununla birlikte, çok geçmeden
daha da etkili bir insanın öğretisi tarafından bundan caydırıldı.
Ernst Brücke (1819-1892), Viyana Fizyoloji Kurumunun müdürü
ve Freud’un ruhbilim öğretmeni, daha sonra Freud tarafından ‘‘bütün yaşamımda
üzerimde başka herkesten daha etkili olmuş’’ kişi olarak betimlendi. Brücke
yakın dostları Hermann Helmholtz, Emile du Bois-Reymond ve Carl Ludwig ile
birlikte fizyolojide düzenekçi devimin kurucularından biri olmuştu.* Düzenekçi
bakış açısı Brücke’nin Kurumuna egemendi ve araştırmacılar orada ilkin sinir
dizgesinin ince anatomik yapısını belirlemeye ve daha sonra böyle yapıların
nasıl fizyolojik ve giderek psikolojik fenomenleri üretmek için düzeneksel
olarak karşılıklı etkileşime girdiklerini çıkarsamaya çalışıyorlardı. Helmholtz
gibi insanların başarılarını izleyen yıllarda, ‘‘yeni fizyoloji’’ tarafından
yaşamın gizlerinin ortaya serilmesi yalnızca bir zaman sorunu gibi görünüyordu.
Freud Brücke’nin ve yeni fizyolojinin çekimine yakalandı ve Kurumda araştırma
yapabilmek için tıp derecesi için doğrudan çalışmalarını erteledi. 1880’de
fizyolojide bir araştırmacı olmaya karar kılmaktan mutluluk duyabilirdi.
*Çalışmaları daha önceki bölümlerde
betimlenmiş olan birçok insan Freud’un eğitiminde önemli roller oynadılar.
Aralarında Brücke ve Helmholtz (Bölüm 3); Wernicke (Bölüm 2); ve Charcot ve
Bernheim (Bölüm 5).
|
Bununla birlikte, bu Freud için hiçbir zaman gerçek bir
olanak olmadı. İş bulmak güç ve başlangıçta ücretler düşüktü, ve kuramsal bilim
henüz büyük ölçüde varlıklı insanların bir ayrıcalığıydı. Dahası, Freud bir
Yahudiydi ve Yahudilere resmi görevlerin çoğunu yasaklayan anti-semitik bir
toplumda yaşıyordu. Kişisel ikilemi 1882’de Martha Bernays’a aşık olduğu zaman
iveğenlik kazandı. Birdenbire evlenmek ve bir aileyi geçindirmek için yeterince
para kazanması gerektiğini anlayınca, Freud istemeye istemeye Kurumdan
ayrılmaya ve ona tıp mesleğinde bir gelecek sağlayacak eğitimi üstlenmeye karar
verdi.
Uzmanlık alanını seçerken Freud doğallıkla nöroloji ve nöropatolojiye, Kurumdaki nörofizyolojik çalışması ile en yakından ilgili alanlara eğilim gösterdi. Dünyada en önde gelen beyin anatomicisi Theodor Meynert (1833-1893) ile çalıştı ve çok geçmeden değişik türlerdeki beyin zedelenmelerinin etkilerine tanı koyma konusunda bir uzman oldu. Öylesine başarılıydı ki, 1885’te Paris’te altı ay ünlü Jean Charcot’nun öğretmenliği altında çalışmak için bir bursla ödüllendirildi. Orada bulunduğu sırada, Freud yalnızca Charcot’nun örgensel nörolojik hastalıklar üzerine öğretilerini değil ama ayrıca histeri ve hipnotizma üzerine görüşlerinden pekçoğunu da özümsedi.
Uzmanlık alanını seçerken Freud doğallıkla nöroloji ve nöropatolojiye, Kurumdaki nörofizyolojik çalışması ile en yakından ilgili alanlara eğilim gösterdi. Dünyada en önde gelen beyin anatomicisi Theodor Meynert (1833-1893) ile çalıştı ve çok geçmeden değişik türlerdeki beyin zedelenmelerinin etkilerine tanı koyma konusunda bir uzman oldu. Öylesine başarılıydı ki, 1885’te Paris’te altı ay ünlü Jean Charcot’nun öğretmenliği altında çalışmak için bir bursla ödüllendirildi. Orada bulunduğu sırada, Freud yalnızca Charcot’nun örgensel nörolojik hastalıklar üzerine öğretilerini değil ama ayrıca histeri ve hipnotizma üzerine görüşlerinden pekçoğunu da özümsedi.
Freud Viyana’ya geri döndüğü ve üstlerine bu
görüşleri—özellikle kadınlar gibi erkeklerin de histerik olabilecekleri
düşüncesini—kabul ettirmeye çalıştığı zaman coşkuyla karşılandığı söylenemez.
Gerçekte, Freud Viyanalı tıp kodamanları tarafından resmi olmasa da kesin
olarak ‘‘karşıtçılık’’ arasında görüldüğünü sezdi. Profesyonel olarak yolunu
yerleşik erk yapısından pek yardım almaksızın büyük ölçüde kendi bağımsız
çabalarıyla aşmak zorunda kalacağını anladı.
Freud ilkin örgensel beyin zedelenmesi olaylarında
uzmanlaşmaya çalıştı. Çocuklardaki beyin felci üzerine kapsamlı çalışmaların
yanısıra söz-yitimi üzerine içinde eleştirel olarak Wernicke’nin yerleşim
kuramının belli yanlarını da tartıştığı küçük bir kitap yazarak ününü arttırdı.
Bu çalışmalar iyi karşılanmış olsalar da, geleceği ne denli parlak görünürse
görünsün genç ve kabul edilmemiş bir doktoru geçindirmek için yeterince para
kazandıracak örgensel nörolojik hastalık olayları yoktu. Bununla birlikte,
başka doktorlardan duygudaş bir ilgi göremeyen histeri hastaları vardı, ve
Freud gelirini arttırmak için bunların bakımını üstlenmeye başladı. Çok
geçmeden, bu bölümün açılışında betimlenen noktaya ulaştı, hipnotizma yerine
geçirilebilecek evrensel olarak uygulanabilir bir almaşık arıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder