ABD'nin
Denver kentinde 20 Nisan 1999 tarihinde meydana gelen okul katliamı, ülke
tarihine ''Kanlı Salı'' olarak geçti. Columbine Lisesi'ndeki katliamın failleri
Eric Harris (18) ve Dylan Klebold (17) aynı okulun öğrencilerinden. Bu iki
öğrenci önce aralarında biri öğretmen olmak üzere 13 kişiyi öldürdüler; daha
sonra da intihar ettiler. Çocukların son derece büyük bir soğukkanlılıkla
gerçekleştirdikleri bu katliam ABD'de ve dünyada üzüntü ve endişe yarattı. İlk
günlerin şoku atlatıldıktan sonra gençler arasında giderek yaygınlaşan şiddet
eylemleri tartışmaya açıldı. ABD'li uzmanlar son iki yıl içinde meydana gelen
okul katliamlarının baş sorumlusu olarak silah satışlarındaki artışı
gösteriyor. Harris ve Klebold'un kullandığı silahlar da bu görüşü haklı
çıkartıyor. Ancak şiddet eylemlerinin bir de biyolojik boyutu var.
Gençlerin şiddet olaylarına karışmasının altında
pek çok neden yatıyor. Kimi öldürücü silahlara kolay ulaşmalarını en önemli
etmen olarak öne sürerken, kimi aile içi şiddetin sorumlu olduğunu savunuyor.
Kimileri de şiddet ve intikam duygularını yücelten bir kültürün içinde yetişen
çocukların şiddeti olağan, sıradan bir olgu olarak algıladıklarını, ölüm
kavramının ciddiyetini kavrayamadıklarını ileri sürüyor.
Bu arada konuya bilimsel açıdan açıklık getirmek
isteyen bilim adamları, eline silah geçiren, toplum tarafından dışlanan her
çocuğun niçin bir Eric Harris veya Dylan Klebold olmadığını araştırıyor. Bilim
adamlarına göre bir çocuğun acımasız bir katil haline gelebilmesi için özel
genetik bir yapının, özel çevresel koşullar altında tetiklenmesi gerekiyor.
Şiddeti,
biyolojik yapıya bağlamaya çalışan bilim adamları ırkçı oldukları gerekçesiyle
sert eleştirilere hedef oldular. Öyle ki 1960'lı yıllarda şiddete eğilim
gösterenlere cerrahi müdahale yapılması bile gündeme getirildi. Ancak daha
sonraki yıllarda sinirbilim ve psikoloji arasındaki disiplinlerarası
araştırmalar yaygınlaştıkça şiddeti yalnızca genetik yapıya bağlamanın veya
cinayetlerin tek sorumlusunun beynin ön lobu olduğunu iddia etmenin yanlışlığı
da ortaya çıktı. Gerçekte tablonun daha karmaşık ve ince nüanslarla dolu olduğu
anlaşıldı. Araştırmalar, deneyim ve çevresel koşulların beyni şekillendirdiğini
gösteriyordu. 'Çevre mi, doğa mı'' tartışması bir sarkaç gibi iki uç arasında
gidip gelirken şiddetin biyolojik kökenleri konusundaki araştırmalar son
günlerde yeniden hız kazandı.
İlk
deneyimler her zaman son deneyimlerden daha güçlü ve kalıcıdır. Bu nedenle
yetişkinlere oranla daha kolay şekillenen çocuk beyni, tanık olduğu şiddet
olaylarını bir sünger gibi emer; bu olaylar çocuğun beyninde derin izler
bırakır. Stres yüklü olaylar sık sık tekrarlanırsa çocuğun beyninde fiziksel
değişiklikler meydana gelir. Baylor College Tıp Fakültesi'nden Dr. Bruce Perry
'ye göre, büyüme sürecinde sürekli olarak stres altında kalan
çocuklar, düşünmeden hareket eden dürtülerinin esiri olmuş insanlara dönüşür.
Bu da tehlikeli sonuçlar doğurur. ''İnsanın içinde büyüdüğü ilk çevresel
koşullar sinir sistemini strese karşı programlar'' diye konuşan McGill
Üniversitesi'nden Michael Meaney, ''Aile desteğinin yetersiz ve zayıf kaldığı
durumlarda çocuk dünyanın çirkinliklerle dolu olduğuna karar verir. Dolayısıyla
dünyaya nefretle yaklaşır. Bu da anne ve babasının tacizine maruz kalan
çocukların şiddete yatkın olacağı anlamına gelmektedir'' diyor.
Sürekli
üzüntü ve şiddete maruz kalan çocuklarda ise, stres hormonları bir aşamadan
sonra beyni tepkisizliğe şartlar. Bilgisayar klavyesinde en fazla kullanılan
tuşun bir süre sonra çalışmaması gibi, beyin de savunma mekanizması olarak
olaylara tepki vermez. Bu tip çocuklar anti sosyal kişilik özellikleri
sergiler. Tipik olarak bunların nabızları yavaştır ve duygusal duyarlılıkları
çok zayıftır. Bunların en belirgin özellikleri empati (bir kimsenin kendisini
başka birisi ile veya bu kimsenin davranışları ile yakın olarak görmesi)
yoksunluğu ve çevrelerindeki dünyaya hiç ilgi göstermemeleridir. Çoğunluğu
hayvanlara eziyet eder. Ayrıca bu çocuklar cezalandırıldıkları zaman tepkisiz kalır.
Bunlar acı duymaz; hiçbir şey onları heyecanlandırmaz; bilinç düzeyleri çok
sığdır. Düşmanca, tepkisel ve saldırgan davranış şekli hepsinin ortak
noktasıdır. Sürekli kendilerine haksızlık edildiği iddiasındadırlar.
Çocuğa
yeterli ilgi göstermeyen anne babalar da tacizci anne babalar kadar zararlıdır.
İçine kapanık, çocuklarını ihmal eden pasif anne babaların çocuklarının
duyguları güdük kalır, sağlıklı bir şekilde gelişmez. Ancak bu noktada bir
konuyu netleştirmekte fayda vardır. Çocuklarına yeterince ilgi göstermeyen her
anne babanın çocuğu mutlaka şiddete yatkın olmaz. Ancak şiddete eğilimli bir
bebek, ailesi tarafından ihmal edilirse ortaya trajik bir durum çıkabilir.
Perry, ihmalin beynin korteks tabakasının gelişimini engellediğini ortaya çıkarttı.
Korteks, aidiyet ve bağlanma duygularını kontrol eder.
Bu ihmal
edilmiş, yeterince ilgi görmemiş çocuklar kendi psikolojik yapılarına uygun bir
ideoloji arayışı içindedir. Kendilerini aşağılanmış ve dışlanmış hisseden bu
çocuklar pop kültüründe aradıkları pek çok şeyi bulurlar. Doom isimli
bilgisayar oyunları, Rammstein'in müziği bunların başında gelir. Geçmişe bir
göz atarsak bu ideallerin genellikle erkekleri hedef aldığı görülür. İşke bu
nedenle Columbine Lisesi'nde cinayetleri Mary'ler veya Julia'lar değil
Andrew'lar ve Dylan'lar işliyor. Harvard Halk Sağlığı Fakültesi'nden Deborah
Prothrow Smith şu açıklamayı yapıyor:''Bugün suç işleyen gençlerin yüzde 25'i
kız. TV programlarındaki Zeyna veya Power Ranger tiplemeleri kızları da
şiddetin içine çekiyor. Bugüne dek kızların erkekler kadar şiddete başvurmaması
iki nedenden kaynaklanıyor. Birincisi dışlanan ve aşağılanan kızlar, öfke
duyacaklarına, duygularını içlerine gömmeyi tercih ederler. Ancak bu gidişle
ikinci şiddet dalgası kızları ve küçücük çocukları da içine çekecek. Küçük
çocukların ölüm olgusunu bir oyun olarak değerlendirmeleri bu gidişatı
hızlandırıyor. Çevremiz duygusal yönden aç çocuklarla dolu. Doğal olarak bu
çocukların hepsi cinayet işlemeyecek. Ancak fırsatını buldukları anda, adam öldürmekten
çekinmeyecek bir nesil yetiştiriyoruz.''
Anti sosyal
kişilik bozukluğunda genetik yapının rolü çok büyük olmasa da önemli. Çocuğun
nasıl bir çocukluk dönemi geçirdiğine bağlı olarak bu genetik yapı ön plana
çıkar veya önemini yitirir. Cornell Üniversitesi'nden James Garbarino bu
konudaki görüşlerini şöyle dile getiriyor:''Sinirlilik, düşünmeden hareket
etme, hiperaktivite ve duyarsızlık gibi özelliklerin sorumlusu genetik yapıdır.
Kucaklanmaya, sevilmeye karşı kayıtsız bir bebek kendi haline bırakılırsa bu
özellikleri kök salarak ortaya duygusuz, şiddete eğilimli bir yetişkin çıkar.
Ancak ebeveyn çocuğa normalin üzerinde ilgi gösterir, sevgi gösterilerine devam
ederse çocuğun beyni ve dolayısıyla davranışları olumlu yönde değişir.
Davranışlar beyin ile deneyimler arasındaki diyaloğun bir sonucudur.''
Beynin bazı
lezyonları şiddet eğilimi ile ilgilidir. Ön lobda meydana gelen bir hasar,
karar alma yeteneği ve duyguları olumsuz yönde etkiler. Beynin merkezinde yer
alan ''cingulate gyrus'' denilen bölüm, katillerde hiperaktif durumdadır.
Cingulate gyrus deforme olduğu zaman kişi bir konu üzerine saplanıp kalır.
Benzer şekilde beynin denetçisi konumundaki ''prefrontal korteks'' şiddete
eğilimli olanlarda hareketsizdir.
İyi haber!
Şiddetin kökleri bir bir ortaya çıktıkça önlem alma şansı da aynı doğrultuda
artıyor. Kötü haber! Şiddete eğilim çocuklarda her geçen gün daha vahim
sonuçlara yol açıyor. Bu sonuçlar cinayetten intihara uzanan aşırı eylemleri
kapsıyor. Gençlerlerin işlediği cinayetler bugün, 1980'li yıllara oranla iki
misli artmış durumda. Bu süre içinde çocukların beyni köklü bir değişim
geçirmedi; değişen yalnızca silah edinme kolaylığı, intikam duygusunu yücelten
kültürlerin yaygınlaşması ve ailelerin çocuklarına yeterince zaman ayıramaması.
Bu sorunları göz ardı ettikçe, çocukların işlediği cinayetlerin son bulması
beklenemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder