GİRİŞ
‘Her sorunun üç çözümü vardır: Benim
çözümüm, sizin çözümünüz ve gerçek çözüm.’
Çin Atasözü
Birisini birşey yapmaya
zorlayabilirsiniz, ama o kişiyi bu
şeyi yapmak istemeye kesinlikle zorlayamazsınız. İstemek için
gereken arzu içimizden gelir ve motivasyon da içten zevk almamızı sağlayan içten gelen en büyük
güçtür.
Bu kitap modern yönetim üzerine
bir denemedir. Bir işletmenin en iyi
verim elde edebilmesi, ücretli işçilerinin de işi kendisininmiş gibi kabul etmesine bağlıdır.
Bir
organizasyon oluşturabilmek
için öncelikle bireyleri
geliştirmeliyiz.Peter M. Senge,’Besinci Disiplin’ adlı kitabında:
”Organizasyonlar ancak beceri kazanan bireyler aracılığıyla beceri kazanabilirler. Bireysel öğrenme
organizasyonun öğrenmesini garanti etmez; ama
bu gerçekleşmeden de örgütsel öğrenimden bahsedilemez… Şayet işçiler
yeterince motive edilemezlerse ne
büyüme olacaktır, ne verimlilik artışı, ne de teknolojik gelişme.” der.
Bu kitap bir kurumu yeniden organize
etmeyi planlayanlar veya zaten yeniden
yapılanma sürecinde bulunan yöneticiler; uzman ve danışmanlar; personel
müdürleri; hizmetiçi eğitimde sorumlu olan kişiler; işletmeyle ilgilenen
öğretmen ve öğrenciler; ister toplantı başkanı olarak, isterse bir projenin
lideri olarak, mesleki temelde
insanlarla ilişkide bulunanlar ve işi ikna etmek olanlar için elzem…
MOTİVASYON VE
ÖRGÜTSEL DEĞİŞİM
“Diyalog; ‘Onların
konuşması, bizim cevap
vermemizdir.’ Veya cevapvermeyip bir
gülümsemeyle -ama bildiğimizi ifade
eden bir gülümsemeyle başımızı sallayarak
sorunlarını anladığımızı ve karşılıklı konuştuğumuz takdirde meseleleri
çözebileceğimizi anlamalarını sağlamamızdır.Çünkü birisiyle konuşmak, yani
diyalog, güven oluşturur ve güvende bizim herşeyden çok
ihtiyacımız olan şeydir.”
Stefan Haym
Zaman değişti. Küreselleşen dünyada
herşey çok çabuk değişiyor. İnsanlar ya tüm enerjisini
değişime karşı direnmeyi denemek için kullanacaklardır, ya da karşı karşıya
olduğu değişimin kaçınılmazlığını kabullenmek ve bundan yararlanmaya
hazırlanmak. İkinci şık çok daha kolaydır.
Görüşlerimiz vardır.Görüşler,
önümüzdeki yolu gösterir; ama onları eyleme koymak isteyen bir yönetici elemanlarını harekete geçirmek ve kendilerini işlerine vermelerini sağlamakla
yükümlüdür. İşte bu konuda yönetici başkalarının yardımına ihtiyaç duyar.
Birlikte çalışma kültürü (istişare)
bizim iş görme yolumuzdur; bu, makineye yağ koymakla kum koymak
arasındaki farka benzetilebilir.
Ortak Görüş+Açık Hedefler+Pozitif Kültür=BAŞARI
İşgörenler kendi sorumlu oldukları
alanlarda karar vermeye yetkili
olmalıdır.Elbette, yeni bir yol tutturulduğunda bazı engellere takılma
tehlikesi vardır. Eğer küçük bir
hata otomatik olarak gelecekteki umutlarının sona ermesi anlamına gelirse, hiç
kimse risk alma cesareti
gösteremeyecektir. Dolayısıyla
çok geç olmadan, her işgörenin soru sormasına, hata yapmasına ve yararlı
gelişmelere dikkat çekmesine izin verilmelidir.
Herkes, belirsizlik karşısında karar
verebilmeyi ve en çalkantılı değişim
dönemlerinde bile olumlu bir
tavır gösterebilmeyi öğrenebilmelidir. Başkalarının duygularını
anlayabilme, önsezi, düzeltme yeteneği gibi karakteristik özellikler ve
insan doğası hakkında bilgi, başarı sürecinde fevkalade gereklidir.
Karşılıklı saygı, güvenirlik ve başkasını düşünme gibi değerler başarıya giden yolda önemli
yapı taşları olarak karşımıza çıkıyor. (Kitabın
bu değerlerden “eski moda
değerler” diye bahsetmesi
ilginç.)
Yönetici ve personelin gelecek için
görüşlerini birleştirmesi çok olumlu bir başlangıç noktasıdır. En
önemli motivasyon faktörlerinden biri, insanın kendisini bir
gruba ait hissetmesidir. Bir görüş etrafında toplanmış bir topluluktan,
hiç beklenmeyecek bir
güç doğar.
Hedefler açıkça tanımlanmış olmalıdır. Neyi istediğinizi
bilmelisiniz. Enerjiniz, bilginiz ve azminiz
bir amaca yönelmeli ve bu amaç
açık, somut ve kesin olmalıdır. Hem iyimser
hem de gerçekçi olmalıdır.
Görüşler, karanlıkta kalmış bir yolu
aydınlatan ışıkla karşılaştırılabilecek
bir tür hedeftir. Hedefinizi somutlaştırmayı ve onu olmasını istediğiniz bir sonuç olarak ifade
etmeyi başardığınızda, bu ışık yoğun bir lazer
ışınına dönüşecek ve bir
duvarı delip geçecek
kadar güçlü olacaktır.
Olumlu bir hedef belirleyip, uygulanabilir bir strateji ortaya koyduktan sonra
eylemlerin o amaç üzerinde yoğunlaşmış olması gerekir. Yani tüm dikkat buna verilmiş olur. Bunu başka birşey yaparken bile zihnin köşesinde tutmak gerekir. Bu sayede, uyanık kalır ve karşınıza çıkan fırsatları
değerlendirebilirsiniz.
Şeyet bir öncelik sıralamanız yoksa, herhangi bir seferde yapmaya çalışıp sonrada hiçbirşey yapamama
tehlikesiyle karşı karşıyasınız
demektir. Dolayısıyla enerji ve kaynaklar, hedeflere birer birer ulaşmak doğrultusunda
kullanılmalıdır.
Bütün bunlardan bir netice elde edebilmek için irade gücü ve
azim gereklidir.Zira başta, bütün dünya
bize karşı elbirliği etmiş gibi görünür. Halbuki engeller ve direnç sizi güçlendirir
ve kendi yeteneklerinize güvenmenizi sağlar.
“Ey benim düşmanım sen benim ifadem
ve hızımsın.
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen
lazımsın…”
Motivasyon
ve Değişme: Bilgi, güç demektir. Eğer kendinizi şartların kurbanı gibi hissetmek yerine, geleceğe doğru ağır ama
emin adımlarla ilerleyenlerden olmak istiyorsanız, onlardan geri kalmamalısınız. Artık bir
kadın için çocukları veya bir
erkek için iş yoğunluğu bahane değildir.
Bilginizi zamana uydurak
zorundasınız; yeni birşeyler
öğrenmek için ise hiçbir
zaman çok geç
değildir.
Motivasyon katılımın sonucudur. Ne
var ki, birlikte çalışmak kolay değildir. Ama başka türlü de insanlar arası
ilişki kuralları öğrenilemez. Bu yüzden
tek başına gelişme yeterli değil;
sosyal yeterliliği güçlendirmek
de aynı derecede
önemlidir.
Bütün bu noktalarda alınan
sonuçların sürekli olması,uygulamanın sürekli olmasına bağlıdır. Deneyimler göstermiştir ki; bir
bireyin önderlik yapması ve grubun
onu izlemesi şeklindeki
iç düzen, kurumları
mümkün olan en
iyi sonuçlara ulaştırmaktadır.
Yöneticiler, çalışanlarının hareketli kalmasını
sağlamalı ve bir
şekilde ilgi gösterip kısa da
olsa konuşması lazımdır.
Böylece herkes istediği
birşeyden bahsetme imkanı bulur ve
dedikodular önlenir.
Hiyerarşik yapılar hantal olma
eğiliminde olup, üreticiliğin gelişmesine
izin vermez. Bu yüzden gelecekte
bütün kurumlar daha esnek yapılı düzenlemelere
ihtiyaç duyacaklardır.
Yöneticinin tavrı, kurumun
personeline yansır. Eğer yönetici bir şeyler elde etmek istiyorsa, önce kendisi iyi
bir örnek olmalıdır; ancak vaadettiklerini gerçekleştirirse kendisine
saygı duyulur.
Motivasyon ve Yenilik: Çalışanlar kalpsiz bir makina topluluğu
değildir. İnsanlar ne kadar nitelikliyse, beklentileri de kadar yüksektir ve
sadece ücretleriyle değil, çalışma ortamının duygusal havasıyla da
ilgilenirler. İnsanlar üstleri tarafından takdir edilmezlerse, kendilerini
farkettirmeye karar verebilirler.
Deneyimli insanlar çekip gittiğinde, kurumun onlardan alacağı semereler uçar
gider.
İşinin ilk günlerinde çoğu insan
motive olmuştur. Zaman geçtikçe işyerindeki şartlar onların coşkularını
yitirmelerine sebep olur. İyi liderlik,
personelin motivasyonunu kaybetmemesini sağlamaktır. Bu da yeniden
düzenlemelerle sağlanabilir. Bu yeniden düzenleme esnasında işgörenler hep
hoşnutsuzluğa boğulurlar. Bunun sebeblerinden birkaçı: Ne olacağını ve niye olacağını kestirememe; bundan ne
kadar etkileneceğini bilememe, yeni
haliyle işin üstesinden gelip gelemeyeceğinden emin
olamama.
MADDİ
TEŞVİKLER
Maddi teşvikler tabii ki bir
insanın işindeki verimi artırmakta önemli olabilir. Ama
maddi teşviklerin rolü,
motive edici faktörlerin
bütünlüğü içinde ele
alınmalıdır. Mesela: Az ücret ödenen
işçiler, fazladan alacakları her kuruşa
bağımlıdırlar. Daha çok kazanan insanlar ise yaptıkları işle daha çok özdeşleşir ve paraya
daha az önem verir. Burada
paranın yerini, başarısının
onaylanması ve hareket serbestisi alır.
ABD, Almanya, Japonya gibi
ülkelerde düzenlenen bir anketteki “İnsanları gerçekten ne motive eder ?”
sorusunun cevabı meseleyi daha iyi izah edici mahiyettedir. Yapılan sıralamada
yüksek maaş dibe vurmuştur.
DERECE MOTİVASYON FAKTÖRLERİ
ABD JAPONYA
1 ---------- 1------------- Daha çok stratejik direktifler
2 ---------- 3------------- Daha çok enformasyon
3 ---------- 2------------- Proje planlamasına daha fazla katılım
4 ---------- 6------------- Daha az örgütsel bürokrasi
5 ---------- 4------------- Dışarıdan gelen fikirlere açıklık
6 ---------- 5------------- Daha az rutin iş
7 ---------- 8------------- Daha fazla hizmet içi eğitim
8 ---------- 7------------- Terfi için daha çok umut
9 ---------- 9------------- Daha yüksek ücretler
Bunların yanında verilen ücretlerin
de birkaç noktadan önemi vardır:
· Maaş, yaşamak
için gereken geçimi sağlar ve böylece
çalışmak için bir teşvik olur.
· Maaş ölçüsü çalışanın
konumunu gösterir.
· Maaştaki artış,
işinizdeki başarınızın onaylanmasıdır.
· Bir para artışı, diğer
insanlarla temastan ve daha derin duygusal birliktelikten mahrum
bir yaşamı telafi
edebilir.
Bu noktada aklımıza bir soru gelebilir. “Eğer maaşlar sadece ikincil bir motivasyon faktörü ise, niçin insanlar daha yüksek
ücret için grev yaparlar?” Bu sorunun cevabını, yüksek statü ve daha
fazla saygı görme isteğinde aramak gerekir. Yani grevdeki insanlar dikkat
çekmek isterler: “Biz toplumda önemli
bir görevi yerine getiriyoruz. Eğer işi
bırakırsak her şeyin nasıl aksayacağına bir
bakın. Bize hakettiğimiz ilgiyi gösterin. Eğer siz bunu yapmak
istemezseniz, biz sizi bunu yapmak zorunda bırakacağız.” İnsanlar
böylece, tatminsizliklerini, yetersiz bir ücret ile açıklamaya
çalışırlar.
Maaşın ölçüsü, aynı zamanda bir
kurumun iç hiyerarşisindeki statüyü de
gösterir. Eğer kendilerine adil davranılmadığını düşünen elemanların
enerjilerini kendilerine acımakla ve sabotajla harcamaları
istenmiyorsa, ücret artışı kriterlerinin herkes tarafından bilinmesi ve kabul
edilmesi gerekir. Dolayısıyla benzer görevleri olan ve aynı süre çalışan
personelin aşağı yukarı aynı maaşı alması gerekir.
Netice olarak meseleyi iki noktada
toplayabiliriz:
1- Yönetim yalnızca maddi
teşviklere güvenmemeli, şirkette çalışan
personeli neyin motive ettiğini ve neyin olumsuz olarak etkilediğini ortaya çıkarmak üzere kendi
içinde anketler yapmalıdır. Sorular
isimsiz olarak cevaplandırılmalıdır.
2- İşgücünün çıkarlarını
temsil ettiği kabul edilen sendikaları üyelerinin maddi olmayan ihtiyaçları
için de etkili bir biçimde mücadele etmelidir.
MOTİVE EDİCİ BİR
UNSUR OLARAK İLETİŞİM
Açık iletişim, haberlerin bir örgütsel yapı içinde zirveden dibe, dipten zirveye
serbestçe ve sağlıklı bir biçimde akışıdır.
İşgörenler, kendilerinden ne
yapılmasının beklendiğini ve bunu neden yapmaları gerektiğini, üstlerinin
onlardan ne beklediğini, diğer bölümlerde
ve işletme dışında kendi işleriyle ilgili olarak nelerin olup bittiğini
bilmek ister.
Bu haber akışının sağlanması
yöneticinin sorumluluğudur.
Yönetici bir örnek teşkil eder.
Yöneticinin söz ve hareketlerinin
kişiden kişiye değişmemesi
gerekir.
Yeterli iletişim
sağlanamadığı takdirde belirsizlik durumu ortaya çıkar. Bu da söylenti, dedikodu vs. zemini hazırlar ve belirsizlik ne kadar
artarsa, verim de o kadar düşer.
Mümkün olan birçok iletişim
(enformasyon) kanalı vardır:
**Kişisel İlişki ve
Bilgi: Bilgi aktarımı için en iyi yoldur.
**Yazılı Bilgiler:
İnsani ilişkileri kısıtlar ve en çok yöneticinin
kendisi zarar görür.
**Video Yayınları:
Haberleşme tek yönlü olarak gerçekleşir.
**Kurum İçi Radyo
Yayını: Eğlendirici olsa da; tipik bir tek yönlü iletişim sistemidir.
**Elektronik Veri Ağı:
Bilgisayar yoluyla haberleşme, ençok olayları ve haberleri duyurmak
için uygundur. Avantajı; çok sayıda insana çok çabuk ulaşabilmesidir.
Bunlara bir de gayr-ı resmi iletişim
ağını katabiliriz. Genelde serbest toplantılarda, çay meclislerinde olur
ve karar verme aşamasında etkilidir.
Açık iletişim kalite sağlar. Şayet
yönetim olayların kökünde
yatanları biliyorsa, yeniden
düzenlemeden doğan birçok sıkıntı verici durumdan sakınılabilir. Çoğu kaza ve
felaketler, yönetimin önce ve zamanında
uyarılması halinde engellenebilir.
Bir İngiliz madeni sık sık
tekrarlanan kazalarıyla ün yapmıştı. Kazaya yol açan sebepler araştırılınca,
madencilerin üstleriyle hiç teması olmadığı ortaya çıktı. Bilgi akışı sadece
yukarıdan aşağıya doğru idi. Yönetimin işgörenlerle düzenli toplantılar yapma
kararından sonra, kazaların sayısı birden düştü.
Kendi yeteneğinden için için şüphe
duyan zayıf bir yönetici, övgü ve
onaylama konusunda da pintidir; daha açıkçası bunu beceremez. Bunlar yani güvensiz insanlar, başkasının
başarılarını kişisel bir tehdit olarak
görür; sadece kendi
bulunduğu konuma yönelik değil, aynı zamanda kendi saygısına da. Başkalarının
iyi olması onun için, kendi düşük pozisyonunun
onaylanmasıdır.
Hiçbir şeye tepki vermemek de bir
cezalandırma biçimidir. İlgisizlik
bazen, dolaysız bir saldırıdan daha
yıkıcı olabilir. Bir kurban, kendisini,
adil olmayan eleştirilere karşı savunabilir; sessizlik ise onu
umursanmama duygusuyla başbaşa bırakır.
ÖVGÜ: Övgünün memnuniyet verici ve
teşvik edici olabilmesi için şu özellikleri taşıması gerekir.
Gerçekçi ve dürüst: Övgü olgulara
dayanmalı ve sizin gerçek düşüncelerinizi yansıtmalıdır. Eğer insanlar ortalıkta birbirlerine asıl
söylemek istediklerini söylemeden yağ
çekerek dolaşırsa, övgü zamanla dejenere olarak boş
bir gevezeliğe dönüşür.
Belli bir konuda: Övgü somut ve özgül bir konuya yönelik
olmalıdır yani genel ve abartılı olmamalıdır.
“Daima” ve “Hiçbir zaman” gibi
genellemeler kaçınılmaz olarak yanlıştır. “Herşey mükemel” gibi özele inmeyen iltifatlar, neyin gerçekte iyi olduğu ve
neyin daha iyi olabileceği hususunda
hiçbir fikir vermez.
Övgünün miktarı, sunulan hizmetle veya yerine getirilen görevle orantılı
olmalıdır. Çok küçük bir işe gösterilen
abartılı bir onaylama, kişide güvensizliğe yol açar.
Yüzyüze: İlke olarak, övgü insanların
yüzüne karşı yapılmalıdır. Bir yönetici
elemanlarıyla yüzyüze
konuşmak zahmetine katlanmalı, bunu bir
üçüncü kişiye bırakmayı düşünmemelidir.
İçten: Onaylama içten gelmelidir.
Kendinizin yapmış olmayı istediğiniz bir
işi yapan bir başkasını tebrik etmek çok zor olduğundan, bazı insanlar, övgülerini sözde alçakgönüllülük gösterileriyle,
alaycı ve küçümseyici sözlerle karıştırırlar.
Gözlerinde, kıskançlık ve haset
alevi parlarken, dudaklarından olumlu
sözler dökülür, sonunda tüm haz duyguları yok olur gider.
Bazen güzel bir söz, bir küçümseme
duygusunu örtecek şekilde kullanılabilir. Bu, oldukça can sıkıcıdır. Çünkü çok az insan buna hazır cevap bir
karşılık verebilir. Mesela; bir dergide
makaleniz yayınlanıyor ve arkadaşınız
size övgüde(!) bulunuyor: “Makalen muhteşem olmuş. Kendin mi yazdın?”
OLUMLU TEPKİLER:
Olumlu tepkileri gerektiği gibi kabul edebilmek de bir
sanattır. Bu konuda da birkaç noktanın
üzerinde durmakta fayda var.
Hiçbir
iltifat geri çevrilmemeli, gereksiz
alçakgönüllülük, çoğu insanı iltifatları geri çevirmeye iter.
Olaylara olumsuz gözle bakmamalı.
Yetenekli insanlar, kendi kendilerinden hep daha fazlasını beklerler ve
çoğunlukla, mükemmel olmadıkları için
eleştirilmek yönünde mazoşist
(kendine eziyet edilmesinden zevk duyan anlayış) bir ısrarcılık içindedirler.
Topluluk içerisinde eleştirilmeyi bu yönde değerlendirip, olumsuz bir şeyler
aramamak gerekir.
Duygular aynen yansıtılabilmeli: Özellikle beklenmedik bir anda geldiğinde,
olumlu tepki, insanı bütünüyle etkisi altına alabilir.Bu anda
duygularınızı göstermekte kibarlıkla
bağdaşmayan hiçbir şey yoktur. Gözyaşı bir misal olarak ele alınabilir.
OLUMSUZ TEPKİLER (ELEŞTİRİ): Yapıcı bir eleştirinin en az övgü kadar önemli olduğu konusunda hemfikiriz. Ama
genelde bunlar dile getirilemez. Bu; kişinin kendini dezavantajlı bir duruma
düşüreceği kaygısı, ceza veya
popülerliğini kaybetme korkusundan
doğar. Halbuki bazı kelimeleri dikkatli seçerek tepkinizi teşvik edici
bir şekilde ifade edebilirsiniz. “Sizin bu işi
çok daha iyi yapabileceğinizi biliyorum.” gibi.
Olumsuz düşünceler bulaşıcıdır. Eğer
bir insan sürekli homurdanıyorsa etraftakilerinde iş ve diğer insanlar hakkında olumsuz düşünceler
geliştirmesi yakın demektir. Bu sebeple;
çözüm meclisi haricinde böyle konuşmaların sık sık olmasına müsaade etmemek
daha akıllıca olacaktır.
O
zaman, eleştiri yapılacaksa
yapıcı olmalı, yıkıcı olmamalıdır. Eleştirinin
yapıcı olabilmesi için bazı öneriler
ilginizi çekecektir.
1- Çoğu insan yanlış
şeyleri kasıtlı olarak yapmaz.
Bir işi ellerine yüzlerine
bulaştırdıklarında bile, aslında iyi niyetlidirler. Bu iyi niyeti takdir edin.
Bir başarısızlıklarını söylerken, bir önceki
başarısıyla mukayese ederek
söylersek şahsın kendine güveni
artabilir.
2- Ağzınızı açıp, öfkenizi dışa
vurmadan önce, yapacağınız eleştirinin nedenlerinden emin olun. Çünkü,
kontrolsüz bir duygusal patlama, karşınızdaki insanla ilişkilerinizi tamamen bitirebilir.
3- Psikoloji dilinde,
“transfer” kelimesi, insanın daha
önceden yaşadığı deneyimlerden
kaynaklanan duygu ve düşüncelerini buraya ve şimdiye taşımasını ifade
eder. Eğer, daha önceki yönetici otoriter idiyse, personel, yeni yöneticiye bir süre içinde olsa, sanki
elinde kamçı başlarında dikiliyormuş gibi bakacaktır. Bir Türk, bir Japon ile
karşılaştığında, onun on yıl önce arkadaşlık yaptığı bir başka Japon gibi
olduğunu düşünme eğiliminde olacaktır.
Bu transfer tuzağından kurtulmak
için, herhangi bir insan topluluğu içerisinde belirgin bireysel farklılıklar
olacağını hiç unutmamanız gerekir. Acele sonuçlara varmayın ve insanları tanıma zahmetine katlanın.
4- Dolaysız ve adil olarak; ne söylemek istiyorsanız tam olarak onu
söyleyin. Sizi rahatsız eden bir durum karşısında; kılı kırk yarmak,
genellemelere başvurmak, saldırmak, karşınızdakini gülünç duruma düşürmek gibi
davranış biçimlerine başvurmak size oldukça çekici gelebilir. Ama, bunlar her
zaman düşman kazandırırlar. Dolayısıyla bunlardan kaçının.
5- Tepkinizi çabuk verin, küçük bir
mesele büyük bir felakete dönüşünceye kadar beklemeyin. Somut konuşun; sizi tam
olarak neyin rahatsız ettiğini söyleyin. O noktada kalın ve kişinin davranışını
eleştirirken genellemeden ve kişisel saldırılardan kaçının. Olumsuz tepkiyi
teketek bir görüşmede vermek en iyisidir.
Eğer tüm bir bölüm meseleden
etkileniyorsa, neyin ters gittiğini açıkça tartışmak yararlıdır. Ama bunun için
gereken ön şart, tartışmalı konuların tamamen ortaya konduğu bir ortam
oluşturulması ve genel kabul görmesidir. Kaçınılması gereken şey ise, tek bir
kişinin, tüm diğer insanlar arasında bir
günah keçisi haline getirilmesidir. Eleştirdiğiniz insana, vurguladığınız
noktalara cevap verme fırsatını tanıyın. Dedikoduculuk ve skandal
tüccarlığı, güvensizlik
oluşturmaktan başka sonuç
vermez.
6- Tepkinizi vermek için doğru
zamanı seçin. Eğer kuşku duyuyorsanız, “Seninle bu konuyu konuşmamız gerekiyor.
Hemen şimdi konuşmak ister misin, yoksa yarına kadar bekleyeyim mi?” diye sorun.
7- Eğer personeli ya da
içlerinden birisini azarlayacaksanız, onların başarısızlarına sizin de hangi
davranışlarınızla katkıda bulunduğunuza dair karşı çıkışlara kendinizi
hazırlayın.
8- Sadece hataları
sıralamakla yetineyin, eleştiriyi yapmakla ne elde etmeyi umduğunuzu da
söyleyin.
9- Eğer personelden biri
sizin eleştirileriniz sonucunda davranışlarını değiştirir ya da daha iyi
sonuçlar elde ederse, o kişiye olup bitenin gayet iyi farkında olduğunuzu hissettirin.
Onaylama konusunda cimri olmayın.
10- Personelden biri eleştirilerinize
hiç kulak asmıyor ve davranışını değiştirmek için herhangi bir girişimde
bulunmuyorsa, olumsuz davranışının sonucunun
ne olacağını ona söyleyin. Tehdidiniz durumun ağırlığıyla orantılı olmalıdır. Kızgınlık eseri,
uygulamaya cesaret edemeyeceğiniz aşırı
cezalarla tehdit ederseniz, otoritenizin altını oymuş
olursunuz.Tehditleriniz boşa çıkarsa
inanırlığınızı
kaybedersiniz.
“İki
kulağımızın ve tek bir ağzımızın olması, daha az konuşup daha çok
dinleyebilelim
diyedir.”
Dinle(yebil)me sanatı: Açık iletişim,
mesajı veren kişinin kendisini açıklıkla ve tam olarak ifade edebilmesini ve
mesajı alan kişinin de dinlemeye hazır olmasını gerektirir. Dinlemek, saygı
göstergesidir.
Ancak çoğu insan kötü bir
dinleyicidir. İletişimi zorlaştıran bazı tipik engeller vardır. Kısaca
bunlara da değinelim.
1- Bir insanın özümseyebileceği bilgi
miktarı oldukça kısıtlıdır. Eğer bir seferde çok fazla bilgiyle karşı karşıya
kalırsak şalterlerimiz atıverir. Coşku içinde, karşısındakini aşırı derecede
bilgiye boğmaya çalışan kişi, enerjisini ve zamanını boşa harcıyordur. Çünkü, dinlediklerinin çok az bir kısmını
özümseyebilecektir. Eğer heyecanlı ve
sinirli, bir konudan diğerine
atlayarak konuşursanız,
anlattığınız şeyin etkisi azalacaktır.
Birilerini bir şeye ikna etmek
istiyorsanız, derin bir nefes alarak,
engin fikirlerinizi küçük parçalara bölmeniz
iyi olacaktır.
2- Kendilerini güvensiz hisseden insanlar genellikle
kötü dinleyici olurlar. Çünkü böyle insanlar, sürekli diken üzerinde duruyor
gibi, rahat hareket edemezler.
Amerikalı iletişim uzmanı Albert Mehrabian
tarafından gerçekleştirilen bir araştırma, birisiyle ilk defa
karşılaştığımızda %55 oranında onun beden diline, % 38 oranında sesine ve
sadece %7 oranında da söylediğine konsantre olduğumuzu ortaya çıkarmıştır.
(Büyüklerimizin “İnsan kıyafetiyle ağırlanır, bilgisiyle uğurlanır.” sözüyle
çakışan bir sonuç.) Birisiyle bir daha karşılaşmaktan çekindiğimizde,
söylediklerimizin beden dilimizle yaydığınız işaretlerin yanında çok önemsiz kaldığını unutmayın. Gülümseyin,
soru sorun ve dinleyin. Bu, uzun uzadıya nutuk çekmenizden daha fazla
sempatisini kazandırır.
3- İnsanlar birbirleriyle görüş ayrılıkları üzerinde
tartışırlarken, sürekli anlaşmazlığa düşerler. Çünkü biri konuşurken diğeri
dinleyeceği yerde, ne söyleyeceğini düşünüyor
ve hazırlıyordur. Yanlış anlamalardan
kaçınmak için, karşınızdaki insan konuşurken, kendi hedeflerinize doğru yol
almadan önce onu dinlemeniz gerekir. Muhalif partilere mensup politikacıların
televizyonlarda yaptıkları tartışmalar, anlatılanların dehşet verici bir
örneğidir.
4- Dinleme yeteneği aynı zamanda kişinin
beklentileriyle de ilgilidir. Kişi, söylenen şeyin ilginç,
önemli ve yararlı olduğunu
düşündüğü zaman dinler. Çoğunlukla neyin söyleneceğini bildiğini
düşünür ve tamamını dinleme zahmetine katlanmaz.
“Cevapların tümünü bilmektense,
soruların bazılarını sormak daha iyidir.”
.
James Thurber
Soru sorma sanatı: İnsanlarla nasıl konuşulacağını bilmek, doğru
soruları nasıl sorulaca-ğını bilmek demektir. Soru sormak, konuya katıldığınızı
ve diğer insanlarla ilgilendiğinizi gösterir.
Bir konuşmaya: “-Ne?, -Kim?,
-Nasıl?, -Ne zaman?, -Hangi?” sorularını sorarak
başlabilirsiniz. “-Niye?” sorusundan
mümkün olduğunca kaçınmak lazımdır. Zira bu kelime gizli bir suçlama
içerir.
K
A T I L I M
Liderlik tarzı: Bir
yöneticinin liderlik tarzı, personelinin motivasyonunu belirler. Otoriter
bir yönetici, astlarına, ne yapmaları gerektiğini açık bir biçimde anlatır
ve bunu nasıl yapacaklarını da tam olarak açıklar. Modern yönetim teorisi
ise, bize, kurumun hedeflerinin personel tarafından bilinmesi gerektiğini öğretir. Bu kitapta ise
bir adım daha ileri gidiliyor ve
yöneticilerin hedeflerini personelleriyle birlikte tespit etmelerini ve
görevlerini nasıl yapacaklarına
elemanların “kendi kendine” karar verebilmesi için onlara -verilen talimatlar dahilinde- olabildiğine
serbestlik tanımaları öneriliyor. Hedefin zihinlerde açık olması, onların kendi
başlarına inisiyatif alabilmelerini mümkün kılar. (Tabii ki burada onların
sorumluluk alacak cesarete sahip olduklarını farz ediyoruz.) İnsanlara yumuşak
davranmak onlara özgüven kazandırır.
Otoriter liderlik tarzı artık
çağımıza uygn değildir. Hiç kimse sürekli emir almaktan hoşlanmaz. Ama bu,
dizginlerin tamamen salınacağı anlamına da gelmez.
Duygular sadece bastırılmaları
gerektiği zaman tehlikelidirler. Ama eğer hiç karşılık görme korkusu duymadan
serbestçe ortaya konulurlarsa, o zaman ilgili kişiler bir diyalog
başlatabilirler ve bu da karşılıklı anlayışa giden yolda ilk basamak olabilir.
Açıklık: Anlaşmazlık konularının
tartışmaya açılabilmesi anlamına gelir. Açıklık, sizin farklı bir görüş
savunabilmeniz ve duygularınızı gösterebilmenizdir.
Personelin kurumun hedefleriyle
özdeşleşmesi bekleniyorsa, kurumdaki günlük hayatta olan herşeye karşı açık
olmak, lüzumlu bir önkoşuldur. Ama bu tür bir açıklık, eğer yönetici kendisini
açmaya, diğerleri için ulaşabilir kılmaya hazırlamamışsa ve personeli ile
arasındaki mesafenin otoritesinin kaynağı olduğu inancından kurtulamamışsa, pek
mümkün değildir.
Şayet personel tam olarak ikna
edilmediği birşeyi yapmaya zorlanıyor
ise, ilişkilerin arasına duygusal bir gerginlik girer.
Vicdan sahibi bir insan, şefine
herşeye rağmen sadık kalmaya çalışır. Ama gizliden gizliye isteksizlik,
gönülsüzlük duyar. İsyancı düşünceleri
itaat duygusuyla çatışmaya girer. Gizli öfkesini, unutulmuş bir duygu
gibi yaşar. Bastırılan bu duygu, suçluluk duygusu olarak kendini gösterir.
Rahatsız bir vicdanı vardır artık. Bu kararsız, karışık ve şaşkına çeviren
duygularla hareket etmek, zamanın ve enerjinin boşa harcanmasına sebep olarak,
yapılan işin kalitesini düşürür.
Sahte demokrasi;
yöneticinin zaten vermiş olduğu bir kararın konusu olan mesele üzerine
personelini görüşmeye çağırmasıdır. Daha da kötü olanı, uzun bir görüşmeden
sonra ekibin karara varması ama sonradan yöneticinin kimseye açıklama yapmadan
bu kararı değiştirmesidir. Tabii ki yöneticinin en iyi olduğunu düşündüğü yönde
karar alma hakkı vardır. Her kararı almadan önce toplantı yapmak zorunda
değildir ama, eğer personele görüşlerini sorar ve sonra da bunları dikkate
almazsa, en azından bunu niye yaptığını açıklamalıdır.
Katılım yoluyla kendini geliştirme: Olup bitenlere personelinin de
aktif olarak kaılımına fırsat veren yönetici önemli bilgilere ulaşma imkanını
yakalamakla kalmaz, aynı zamanda personelinin de sadakatinden de emin olur.
Katılım insanların sorumluluğununu artırır ve
çekişme isteğini azaltır. Zeki bir yönetici personelini bir kaynaklar
kümesi olarak düşünecektir. Elemanlar kendi özel alanlarında bir
başkasından çok daha
bilgilidirler ve neyin
geliştirilmesi, yenilenmesi gerektiğini ilk farkedecek olanlar da onlardır.
Katılım, kendini geliştirme imkanı demektir. Bu insani ihtiyacın doyurulması
oldukça motive edicidir. Yöneticinin
bu konudaki ideal listesi şu noktaları içerir:
·
“Personelinize
daha fazla sorumluluk vererek çalışma isteklerini yükseltin.”
·
“Yenilikler
üzerinde siz bir karara varmadan önce personelinizi görüşmeye çağırın ve
birşeyleri değiştirmek için çok geç
olana dek beklemeyin.”
·
“Personelin
söylediklerini dinleyin ve isteklerini dikkate alın. Onlara karşı kayıtsız olduğunuz hissini vermekten
kaçının.”
·
“Personelinize,
kendi iş tanımlannmalarının hazırlanmasına katılmaları için bir şans verin.”
Bir
yöneticinin seçtiği çalışma metodları, ulaşabileceği sonuçları belirler. Eğer
personel karar alma sürecine en baştan dahil edilmişlerse, bu kararlar sonradan
uygulamaya konulduğunda, ortaya çıkabilecek olan sürtüşmeler en aza indirilmiş
olur. Katılım, bir ait olma duygusunu doğurur.
GÖREVLENDIRME
Yönetim,
başka insanlar aracılığıyla sonuç elde edilmesi anlamına gelir. Personeli
motive edebilme yeteneği, iyi bir yöneticinin sahip olması gereken en önemli
niteliktir. Görevlendirme sorumluluğu da başarının anahtarıdır. Görevlendirme,
somut olarak tanımlanmış görevlerin üst düzeyden alt bir düzeye taşınması
olarak ifade edilebilir.
Görevlendirmede
başarısızlık, yöneticinin, işin ayrıntılarına boğularak bütün üzerindeki genel
görüşünü kaybetme tehlikesi içiinde olduğu anlamına gelir. Bu durumda rutin bir
çalışma hakim olur. Yönetici personelini yönetmek yerine, tek tek görevleri
bizzat yerine getirir. “Nasıl?” sorusu “Ne?” sorusundan daha önemli hale gelir,
yani prosedür gereği olan düzenleme ve kuralların kendileri amaç olurlar. Hiç
kimse “Bu kuralın başlangıçta varolma sebebi aslında neydi?” gibi bir soru sormaz. Personel her zaman
rölantide çalışır. Esneklik yok olmaya başlar ve şirket cansızlaşır.
Görevlendirme
gönüllü yapılmalıdır. Bir diktatöre yapmak istemediği bir şeyi yaptırmaya
çalışmanın anlamı yoktur. Bunun avantajlarını yöneticinin kendisi farketmeli ve
personelerine karşı tutumundaki değişikliğin azap dolu bir sürece dönüşebileceğini düşünmelidir. Eski
fikirlerden kurtulmak hiçbir zaman kolay değildir ama her zaman bunun için
harcanan çabaya değer. Personelin iyi sonuçlar elde etmesi, yöneticiye yapılmış
bir iltifattır.
Görevlendirmeden kaçınmak için
ileri sürülen yedi mazeret:
1-Personelin
zaten yapacak çok işi var:
Personelin iş yüküne gösterilen ilgi, görevlendirmeye karşı çıkmak için en çok
kullanılan mazerettir. Görevlendirmeye karşı isteksizlik en saygıdeğer
dürtüden, personelin mutluluğuna gösterilen ilgiden doğabilir. Ama çok az
yönetici personelinin niye iş yükü altında boğulduğunu ve bu ilgiden gerçekten
hoşnut olup olmadığını öğrenme zahmetine katlanır.
Sürekli
baskı altında olan bir kurum, çoğunlukla
yetersiz planlama ve düzensiz iş rutinlerinin kurbanıdır. Böylesi
durumlarda düzenlemeler için oldukça geç kalınmış olur.
2-Personel
bu işi beceremez:
Birçok yönetici, elemanlarının kendilerine verilen görevi yerine
getiremeyeceklerinden korktuğu için görevlendirmeye karşı isteksizdir. Bu tavır
bir kısır döngü ortaya çıkarır: Yönetici görev vermez, çünkü personel yeterli
bilgiye sahip değildir; daha fazla bilgi için daha fazla öğrenmeleri gerekir;
oysa yöneticinin onlara birşeyler öğretmek için zamanı yoktur, çünkü aşırı
derecede çalışmaktadır, -bunun sebebi
ise elemanlarına görev vermemesidir.-
Aşağıdaki
sorular, yöneticiye, personelinin eğitim ihtiyaçlarını tesbit etmesine yardım
edebilir:
¨
Hangi alanlarda
bilginizi artırmak isterdiniz?
¨
Sizce beklentileriniz fazla
mı yüksek/düşük?
¨
Eğitim ihtiyaçlarınızın neler
olduğunu düşünüyorsunuz?
¨
Görevlerinizden
herhangi biri bir daha üst/alt bir personele aktarılmalı mı? Evetse hangisi?
Niçin?
3-Personel
bunu yapmak istemez:
Eğer bir eleman fazladan görevlere veya farklı
olan görevlere hiç
ilgi göstermezse bu
elemanın sorumluluk almaktan korktuğu düşünülebilir. Bağımsız bir
şekilde hareket etmek ve inisiyatif almak, her zaman yanlış bir şeyler yapma
riskini de beraberinde taşır. Elemanlarınıza kendilerine daha fazla
güvenmeleri için yardımcı
olun. Küçük bir
hata kimsenin kariyerinin sonu olmamalıdır.
Eğer
personeliniz başına dert almak istemez bir görüntü veriyorsa, aşağıdaki
sorularla bunun sebebini bulmaya çalışın.
¨
İnisiyatifi öldüren
sizin kendi liderlik
tarzınız olabilir mi?
¨
Herkes sizden
ağzını bile açamayacak
kadar korkuyor mu?
¨
Herkes
hedefleri gerçekten anlamış mı? Amaçlarınızı tekrar tekrar açıklamaktan
kaçınmayın.
¨
Personeliniz
özgüven yokluğu mu çekiyor: “Bunu yapma riskine gerçekten girebilir
miyim? Peki ama başkaları ne der sonra?”
¨
Elemanlarınız
yeni görevlerle başa çıkmak için gerekli niteliklere sahip olmadıklarından mı
korkuyorlar?
4-Bu
işle görevlendirebileceğim hiç kimse yok. Görevlendirme, sorumluluğun
dağıtılması ve böylece herkesin başkalarının ne yaptığını bilmesi demektir.
Personelin
azlığı görevlendirmeye karşı bir mazeret olamaz. Tüm organizasyonun eleştirisel
bir değerlendirilmesi, size kurum içinde gerçekleşmesi mümkün olan iş tahsis ve
rutinlerini düzene sokmakta yardımcı olacaktır.
5-Yetkim
yok.
Kararın sorumluluğunu almak için gereken yetkinin olmamasına yönelik şikayetler
farkedilir derecede artıyorsa, bu görevlerin
ve sorumlulukların birbiriyle
uyumlu olmadıklarını gösterir.
6-Bunu
açıklayacak zamanım yok.
Birçok yönetici, birşeyleri açıklamak için zamanı olmadığını iddia eder. İşi kendisi daha çabuk yapacağını
düşünür. Eğer sürekli kendi kendinize birşeyleri yetiştirmeye çalışıyorsanız,
büyük ihtimalle kişisel yeterliliğiniz ve planlamanızla ilgili yanlış birşeyler
var demektir. Vaktinizi ne yaparak geçirdiğinizi bir kağıda yazma zahmetine
katlanırsanız, çok
şaşırabilirsiniz.
7-Kendim
daha iyi yaparım.
Görevlendirme güvene dayanır. Ama bazı yöneticiler kendilerini sadece herşeyi
kendileri yaptıkları zaman güvenli hissederler. Dizginleri bırakmayı istememek
için de birçok nedenleri vardır: Güç kazanma çabası, rekabet korkusu, amirlik taslama vs.
Personelleri
boş boş otururken herşeyi kendileri yapan yöneticiler, sağlıklarını da kaybetme
tehlikesi içindedirler. Hatta bazı işkolikler, personellerine duydukları
güvensizliği yaşamlarıyla öderler.
Burada
dikkat edilmesi gereken bir husus vardır. İşi
her ne kadar başkaları yapsa da sorumluluk daima yöneticidedir. Öyleyse
görevlendirme işi ancak çok dikkatli hazırlanmış bir plan dahilinde yapılmalıdır.
Üst bir yönetici işin nasıl gittiğini düzenli olarak takip etmelidir.
Görevlendirme
işi, kişinin hem kendine hem de başkalarına güven duymasını bir önşart olarak gerektirir. Dolayısıyla, yönetici,
güveninin kötüye kullanılması veya görevin tatmin edici bir biçimde yerine
getirilememesi riskini göze almak zorundadır. Bu durumda bile, birine görev
vermiş olan kimse bir üst otoriteye hesap verebilmelidir. Plan geri teptiğinde
personeli suçlamak hiç de iyi bir izlenim oluşturmaz.
Şu
görevlerde mesuliyet daima üst yetkilidedir:
¨
Hedefleri
ve stratejileri belirlemek ve personeli motive etmek.
¨
Soruları
tanımlamak. Personeli ile hedefe ulaşmak için izlenecek yolu ne dereceye kadar
kendilerinin seçebileceği üzerinde anlaşmak. Hiç kontrolü kaybetmemek, bilgi
akışının yukarı doğru gitmesini sağlamak.
¨
Hangi
sonuçların elde edilmesi gerektiğini açıkça tanımlamak.
¨
Görevlerin
veya alt hedeflerin tamamlanması için gereken zaman üzerinde anlaşmak. Bu aynı
zamanda öncelikleri tanımlamak anlamına da gelir.
¨
Bir
görevi yerine getirecek olan kişiye bunu yapabilecek yetki ve kaynağı sağlamak.
¨
İnsanları
bilgilendirmek, olumlu tepkilerde bulunmak, ilgi göstermek.
Başkalarına
aktarılabilecek görevler:
Þ
Her gün yapılması gereken ama çok standart bir hal
aldığından fazla bir düşünme gerektirmeyen, hep aynı biçimde yinelenen rutin
görevler.
Þ
Kurumu dışarıya karşı temsil etmeye matuf toplantı
ve konferanslara katılma ve bol bol seyahat etme imkanı. Bunun çok değişik
faydaları da vardır. Mesleki ve sosyal yeterliliğini artırma, kuruma
bağlılığını güçlendirme, güvenin gösterilmesi, yönetici görevi yapamayacağı bir
durumla karşılaştığında işlerin aksamaması gibi.
Þ
Birşey için gereken malzemeyi sağlamak, istatistiki
analizler hazırlamak gibi faaliyetler.
Þ
Özellikle zaman alan görevler. Çünkü yöneticiye
sıkı, rutin bir iş olarak görünen birşey, bunu ilk kez yapacak oan bir
personele genelde cazip gelir. Yönetici zamandan tasarruf etmiş, işgören de
yeni birşey öğrenmiş olur.
Başkalarına aktarılamayacak görevler:
Þ
Hedefler
ve strateji konusunda mesuliyet,
Þ
Özel
olaylarda temsilcilik,
Þ
Kilit
personel ataması,
Þ
Muhtemel
bir kriz anında yönetim,
Þ
Kurumun
sırları.
Yükselen verim, esnek uygulamalar,
azalan devamsızlık, her zamankinden daha iyi hizmet: İşte iyi motive olmuş bir
işgücünün getirecekleri. Bu ödül de kazanmış kitaptan modern motivasyon
kavramını ele alarak, personelin karar alma sürecine katılması, karşılıklı
güvenin geliştirilmesi ve ortak görüş oluşturulması konularına
cevap aramaya çalıştık.
Gayret bizden, tevfik Allah’tan...
Mustafa
Murat ÖZEL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder