Ehemmiyetine binaen anlatılan şeyler unutulmuş
olabilir. Tekrarında fayda vardır, mülahazasıyla, yine anlatmakta yarar
görüyorum, zait saymayınız.
Evvela, Allah’a itimadı ve
güveni hatırdan çıkarmamalıyız. Çünkü, konuşturan da, dinlettiren de O’dur. O’dan
gafletle anlatılan veya anlatılmak istenen her şeyde, maksadın aksiyle tokadın
geleceğini acı acı müşahede etmişizdir. Binaenaleyh kendimize ait fikri, ilmi
ve ruhi hazırlığımızı yaptıktan sonra, gerisini O’na havale etmeden gaflet
etmemeliyiz.
İkincisi, ne kadar ağır ve
mesuliyetli bir yükün altına girdiğimizi de hatırdan çıkarmamalıyız.
Unutmamalıyız ki, nice vatan evladı, dişinden tırnağından artırdığı paraları
size getirerek, teslimiyet içinde sizden bir medet ummakta, evvela Allah’ın
inayetine sonra da sizin gayretinize güvenmektedirler. Hayatının bir dönüm
noktasına gelen bu vatan evladı, bir köşe başında, sizin göstereceğiniz iş’ar
ve işaretlerle yolunu ve yönünü tayin edecek, hayatına yeni ufuklar
açılacaktır.
Üçüncüsü, öğrencilere karşı
şefkatli ve merhametli olunuz. Onlar bize Allah’ın emanetidirler. Unutmayınız
ki, Allah merhametli ve şefkatli olanları sever ve onu da başkalarına sevdirir.
Yani siz yer ehline merhamet ederseniz, gök ehli de size merhamet eder. Davacısı olduğunuz
mukaddes değerlerin sevilmesini istiyorsanız, insanları cidden seviniz ve
onlara karşı şefkatli ve merhametli olunuz. Bu uğurda yorulmayınız.
Yorulsanız dahi yorgunluğunuzu hissettirmeyiniz. Öğrenciler sizden bir bekliyor
ise siz onlara on veriniz, yani mutad dersin dışındaki zamanlarda dahi onları
çağırıp vaktinizin elverdiği ölçüde onların eksiklerini tamamlayınız. Ama bütün
bunlarda da Allah’ın rızasını esas maksat yapınız. Karşılığını burada
beklemeyiniz. Cenab-ı Hakk’ın hüsn-ü kabul gösterdiğini göreceksiniz. Bir ibadet neşvesi içinde
dersleri takdim etmeniz gerektiğini bir an hatırdan çıkarmamalısınız.
Aziz arkadaşlarım işin bir
yanı bu iken, diğer yanına gelince:
1.
Katiyen derslere hazırlıksız
girmeyiniz.
Talebe sizin işlerinizin çokluğunu, vakit bulamayışınızı veya bazı şahsi,
ailevi problemlerinizin varlığını bilmez. Bu gibi problemleri sınıfa
götürmeyiniz.
2. Bütün konulara yazdan çok
iyi hazırlanınız. Konuların bütününe tam bir hakimiyetiniz olsun. Ama sakın
konuların hazırlığını bir gün önceye bırakmayınız. Bir gün önce konu ile ilgili
söylenecek sözlerin sadece gözden geçirilmesi kalmalı. Konuyu aktaracak bütün
cümleler basit avam lisanıyla anlaşılacak hale tabiri diğerle hazmedilmiş süt
haline getirilmiş olmalıdır.
3. Konuyu anlatırken çözülecek
problemlerin şekillerini ezbere çizip, verilen bilgi ve değerleri ezbere
üzerine koyuncaya kadar kendi kendinize güzel ve doğru olarak çizmelisiniz. Verilen
değerleri anında üzerine yerleştirirken problemi de izah etmelisiniz. Bu sizin
konuya karşı hakimiyetinizi gösterecek, hem zaman kaybını önlemiş, hem de
talebenin güvenini kazanmış olacaksınız. Unutmayınız ki, hazırlıksız girdiğiniz
bir dersi talebe hemen fark etmekte, size karşı güveni sarsıldığından dersi
dinlememektedir. İkna olmadığınız bir meselede
karşı tarafı cerbeze ve laf kalabalığı ile ikna edemeyeceğinizi hatırdan
çıkarmamalısınız.
4. Konuyu takdim ederken,
talebenin anlayamayacağı gereksiz detaylı ilmi izahlara girmeyiniz. Sınıfa
yöneliniz. Evvela dikkatleri toparlayınız. Öğrenci günlük hayatı ile ilgili
başka şeyleri düşünüyor olabilir. Dikkatleri dağılmış olabilir. “Geriye yaslanın, derin
bir nefes alın…” gibi sözlerle talebeyi uyarınız. Sonra bir müzik öğretmeninin
İstiklal Marşını söyletmesi gibi, el, kol, jest ve mimiklerinizle birlikte
temel kavram ve konuları açıklarken
basit ve kısa cümleler kullanarak önemli yerlerini vurgulayınız. Bu temel
kavram ve konuları cümleler halinde bir kaç defa tekrar ettikten sonra ifade
ettiği anlamın kafalara yerleşip yerleşmediğini sık sık sorunuz. Anlamayan bir
tek kişi kalmışsa dahi bir daha tekrar ediniz. Sonra yazdırınız, yazdırırken sıraların
arasında normal adımlarla dolaşınız. Bu temel kavram ve konuların
mutlaka anlaşılması gerekir. Çünkü bundan sonra anlatacağınız şeyleri onların
üzerine bina edeceksiniz. Sonra da bu anlatılan temel mananın daha iyi
pekişmesi için basitten başlayarak problemleri çözünüz. Şunu asla ihmal
etmeyiniz. Her
problemi çözerken temel bağıntıyı veya mantığı bir daha tekrar ediniz. “Ne
yapacaktık… Şöyle yapmayacak mıydık… Öyleyse…” gibi vurgulamalarla esas mantığı
bir defa daha tekrar etmeli. Aman ha arkadaşlarım döne döne tekrar tembih
ediyorum, yine de tekrar edeceğim. Fazla lüzumsuz detaya inerek öğrenciyi temel
mantıktan uzaklaştırmayınız. ÖSS ve ÖYS sınavlarına dikkat ettiğimizde de
görüyoruz ki, konuların temel kavram ve manalarının dışına çıkmamakta ve her
öğrenciden bu temel mantığın kullanılması istenmektedir. Sizin de bildiğiniz
gibi her konunun bir veya bir kaç temel mantığı vardır. Bu mantıktan öğrenciyi
saptırmayınız. Öğrencide bu şuuraltı oluncaya kadar bu temel mantığı vurgulayan
problem çözünüz. Zaten, ÖSS ve ÖYS bu temel mantığı vurgulamada yeterlidir
diyebiliriz.
5. Dersi takdim ederken
lüzumsuz cümleler kullanmayınız. Gerekli cümle bir tane ise bunu
aheste aheste belki on defa tekrar ediniz. Unutmayınız, talebe bir meseleyi
anlatan çok ve karışık ifadelerden sıkılacaktır. Talebenin tebessümlerine dikkat ediniz.
Anlayıp anlamadığını tebessümlerinden yakalayabilirsiniz. Talebeyi
kaşıntı tutmuşsa, oflayarak puflayarak sağa sola dönüp duruyorsa bu onun
anlatılan şeyleri anlamadığının ifadesidir. İfadelerinizi sadeleştirip tekrar
etmelisiniz.
Öğrenci anlamadan o konuyu geçmemelisiniz. Çünkü bu anlamama ileride bir başka
anlamamayı netice verecek ve gittikçe senden uzaklaşacaktır.
6. Yer yer sesi yükselterek,
alçaltarak kesikli konuşunuz. Bu dikkatleri toparlamada size yardımcı olacaktır.
Sınıfa yönelerek sık sık umuma sorular sorunuz. “Ne idi… Öyleyse… O halde…”
gibi. Sınıftan tek tük gelen çatlak seslere itibar etmeyiniz. Komple hep bir
ağızdan gür bir sesin gelmesini ısrarla isteyiniz. Sınıfın komple okeyini
mutlaka alınız. Aksi takdirde sınıf uyumaya terk edilmiş olacaktır.
7. Tahtayı kullanmaya en üst
sol köşeden başlamalı ve bloklama yaparak sağı doğru gitmelisiniz. Yazdığınız şeyleri tahta
bitinceye kadar silmeyiniz. Tahtayı kullanmada bir insicam ve ahenk olmalıdır.
Bir kahve falını andırır karışık bir görünüm arz etmemeli ve göze hoş
görünmelidir. Problemleri çözerken daha önceden de belirtildiği gibi şekilleri ezbere
güzel ve doğru olarak çiziniz. Problemin çözümünde genel bir mantık vardır. Bu mantıkla problemin
çözümünü tahtaya yazarken her yazılanı dille bizzat izah ederek yazınız.
8. Aman ha, sakın sınıfa
sırtınızı dönerek tahtaya abanıp kalmayınız. Sırtınızı her sınıfı dönüşünüzde
bir falsonun yapıldığını hatırdan çıkarmayınız. Tahtaya yazarken en
azından yan durunuz. Ve her an yüzünüz sınıfa dönüyor olmalıdır. Sınıfa
sırtınızı dönerek talebenin değişik vaziyet almasına fırsat vermeyiniz.
9. Konuları
takdim ederken gayet rahat, kendinden emin ve güler yüzle (ama yılışık değil)
öğrenciye dönerek, canlı misaller vererek sadece dilimiz değil hal ve hareketlerimiz de konuşmalıdır.
10. Öğrenciye yerinde kalkmadan
sorulmalı ve yerinde cevap vermesi istenmelidir. “Nasıldı? Ne yapacaktık?
Ne demek oluyordu? Öyleyse…” gibi önce anlatılmış olanların tekrarı
istenmelidir. Yoksa,
“Şu problemi kim çözecek?” diye öğrenci asla tahtaya kaldırılıp problemin
çözümü öğrenciden istenmemelidir. Çünkü umum sınıf problemin
çözümünü öğretmeninden istemektedir. Tahtadaki öğrenci ne kadar da güzel takdim
etse, öğrenciler bunu şüphe ile izler ve kabullenmek istemezler. Öğretmenin
mutlaka tekrar etmesini isterler. Bu ise zaman kaybına sebep olduğundan böyle
yollara baş vurmamalısınız.
11. Sınıfta konuyu takdim
ederken, konuyu destekleyici mahiyette bilgilerle esas hedeften sapmış,
uzaklaşmış olabilirsiniz. Ama çok uzaklaşmadan ve dağıtmadan “O halde
toparlıyorum.” diyerek derhal ana hedefe dönmelisiniz. Değişik
sorular sorarak konuyu dağıtan, esas maksattan saptıran öğrencilerin
sürüklemesine asla gelmemelisiniz. Anlatılan konuyu anlamayan ve tekrar
etmenizi isteyen olabilir. Hiç kızmadan ve usanmadan tekrar edebilirsiniz. Ama
bir daha bir daha diyen gıcıklığına soran öğrencinin dolmuşuna da binmemelisiniz.
12. Daha ilk
derste öğrenciye: “Arkadaşlar,
derste dikkat isterim. Anlamadığınız yerleri hiç çekinmeden rahatlıkla
sorabilirsiniz. Bunda hiç ayıp yoktur. Bu basit bir soru olabilir. Sınıfı
kendime güldürebilirim diye asla düşünmemelisiniz. Her arkadaşımız, her
arkadaşımızın fikirlerine saygı göstermelidir. Saygı göstermeyenleri daha
şimdiden sınıfın huzurunda “saygısız ve yobaz” ilan ediyorum. Bunu böyle
bilesiniz. Derste konuşacağımız her şeyi beraber konuşacağız. Kendi aranızda
konuşmayacaksınız. “Ama mutlaka konuşmaya ihtiyacım var” diyebilirsiniz. Dersi
iki dakika bırakıp bu iki arkadaşın konuşmasını dinleyeceğiz. Arkadaşımızın iyi
niyetli her görüşüne karşı saygılı olacağız. Ama kötü niyetli bir insan her hal
ve hareketinde kendini belli etmektedir. Psikolojik rahatsızlığı olan, ruhunda
kötülük taşıyan kimseler ki, umarım böyle kimseler yoktur ve olmamalıdır, şayet
varsa daha şimdiden onları sınıfın huzurunda “aşağılık” olarak ilan ediyorum ve
ilan edeceğim.” mealinde bir konuşma yapmanın, son derece yararı vardır. Saygısız
ve edepsiz kimseleri sınıf refüze etmeli ve edepsizliği yapacağı vasatı daha
baştan kaldırmalısınız. Ukala tiplerin konuşmalarını baştan hoşgörü ile
karşılayınız ve asla kızmayınız. Sonra tavrını değiştirdiğini göreceksiniz. “Bu
hocaya bu yapılmaz.” diye kendi kendine mırıldandığını veya arkadaşları
tarafından baskı altına alındığını göreceksiniz. Elverir ki, biz öğrencilere
karşı şefkatli ve merhametli olalım. Ancak bütün iyi niyet ve davranışları kötüye
yorumlayan edepsiz bir tip varsa, acele etmeden idare ile birlik içinde onu
refüze etmenin yollarına bakılmalıdır. Sınıf içinde ikili münakaşalara asla
meydan vermemelisiniz. Böyle ikili münakaşalarda talebe, talebenin safına geçer
ve hoca hakkında efkar-ı amme oluştururlar.
13. Problem çözerken bazı
matematiksel işlemlerde hata olabilir. Öğrenci ikaz edip; “Hocam şurası şöyle
olmayacak mıydı…?” dediğinde, yanlışta ısrar etmeden, “Arkadaşınızı tebrik
ederim. Düzeltiyorum.” diyerek düzeltmekte fayda vardır. Bazen de
siz talebenin muhtemel hataya düşeceği yerlerde, kasıtlı yanlışlıklar yapın ve
talebeden doğrusunu söylemesini bekleyin. Bu tür hataları çok yapmamak kaydı
ile vurgulanması gereken önemli yerlerde yapmak faydalı olur. Bunun dışında
istemeyerek bazı yanlışlıklar yapsak kamufle edilmiş olur. “Yine hoca kasten
yanlış yaptı.” dedirtir.
14. İhmal edilmemesi gereken
önemli bir hususta; ders zili çalar çalmaz, sınıfa girmektir. Her
derse iki dakika geç geldiğinizi, üç dakikada yoklama vs. yaparak geçirdiğinizi
düşününüz. Bir saatin beş dakikasının sene sonuna kadar kaç ders saati olduğunu
hesaplayıp, sonra her saat içinde 600.-TL. ücret ödendiğini düşününüz. Sonra
bunun ne anlama geldiğine karar veriniz. Diyeceksiniz ki, “Ben onlara zaten fazladan ders
anlatıyorum.” Arkadaşlar sizin fazladan yaptığınız ders, öğrenciye
ikramınızdır. Öbürü ise öğrencinin hakkıdır. Çalıntı, tabiri diğerle
hırsızlanan bir malın sadaka ve zekat verilmeyeceği malumunuzdur.
Binaenaleyh, arkadaşlar sınıf kapısında “hazır ol” vaziyetinde ders zili çalmasını bekleyelim. Siz iki dakika derse geç
girseniz, talebe dört dakika geç girecektir.
İLK DERSTE ÖĞRENCİYE VERİLMESİ GEREKEN MESAJLAR
Sınıfa
ilk girdiğinizde gayet rahat ve kararlı
bir şekilde, emniyet telkin edici ifadelerle şu mealde bir konuşma yapmak yerinde
bir hareket olur:
“Fizik kolaydır. Sizi
fizikle tanıştırayım.” Diyerek fizik konularının ana başlıklarını tahtaya
yazıp işlenecek müfredat programı hakkında kısaca açıklama yapmak faydalı olur.
Devrelerin durumuna göre, birinci imtihana kadar hangi konular, ondan sonra
hangi konular üzerinde durulacağı, her konudan ÖSS ve ÖYS de takriben kaçar
soru çıkabileceği hususlarında talebeyi malumat sahibi yapmak yerinde olur.
Tatlı bir ifadeyle, “Fiziği muhakkak
seveceksiniz. Velev ki, şimdiye kadar nefret etmiş olsanız dahi. Hatta şimdiye
kadar korkulu rüyanız olan fizik, bundan sonra sevgili dostunuz olacaktır” demek
talebede fiziğe karşı bir alaka uyaracaktır.
Bundan
sonra şöyle devam edebilir; “Ancak sizden istediğim bazı önemli hususlar var. Bunları mutlaka
yerine getirmelisiniz. Bu hususlar derste veya ders haricinde imtihana
hazırlanmada, yerine getirdiğiniz takdirde, sizce çok faydalı olacaktır. Dersi
ilgi ile izleyeceksiniz. Sizlere gereksiz bütün bilgilerden arınmış yepyeni bir
fizik öğreteceğim. Konuştuğum her kelime veya cümle anahtar cümle
olabileceğinden, dersi dikkatlice izlemeniz sizin için ehemmiyet arz
etmektedir. Önemli temel konuları size yazdıracağım. “Yazın” dediğim zaman
yazıp; “Dinleyin” dediğim zaman dinleyeceksiniz. Aksi takdirde dinlemenizi
istediğim yerde not tutmakla meşgul olursanız, önemli hususları dikkatinizden
kaçırıp anlamanızı zorlaştırırsınız. Derslerde temel fizik kavramları ve
formülleri üzerinde duracağız. Bunları yorumlayacak, nasıl ve nerelerde
kullanacağımızı ısrarla vurgulayacak ve bunlardan kendimiz yeni bilgiler
üreteceğiz. Yani temel kavram ve kanunlar olan yeni bilgiler üretme ve bunları
kullanabilme gücümüzü geliştireceğiz. Kuru bir formül ezberciliğine paydos
dedikten sonra, kafalarınızdaki formülleri unutmanızı tavsiye ediyorum. Temel
kavram ve formülleri yeri geldikçe ezberleteceğim. Bundan istifade ederek,
diğer formül ve ifadeleri siz çıkarabilecek ve kullanabileceksiniz. Zaten
formüller temel kavram ve kanunların matematiksel ifadesidir. Temel kavram ve
kanunları anlatırken upuzun laflar etmemek için, sembollerle gösteriyor ve
bunlara formül diyoruz. Önemli olan formülü ezberlemek değil, onu yorumlayarak,
ondan yeni bilgiler üretmek ve sonra kullanabilmektir. Bu derste bunu
kazanacaksınız.
Kuru kuruya anlamını
bilmeden, yorumunu yapmadan kafanızda şekillendiremeden, önceki
öğrendiklerinizle münasebet kuramadan ezberlemekten kesinlikle kaçınız.
Derslerde bir sıra takip edeceğiz. Bu sıra sizin anlamanızı kolaylaştırması
için en basitten zora doğra
sıralanmıştır. Ders anlatırken bir önceki dersin veya konunun bilgileri
yeri geldikçe kullanılabilecektir. Onun için; katiyen devamsızlık
yapmamalısınız. Bir sonraki konuya geçmeden önce, bir önceki konuyu mutlaka
anlamalısınız. Konuyu sınıfta dinledikten sonra kendi kendinize tekrarını
yaparken anlayamadığınız yer olursa bunları anında kaydedin. Ve vakit
kaybetmeden stajer arkadaşlarımıza ve dersin hocalarına mutlaka sorunuz. Ancak
böyle bir soru yöneltmeden önce ilgili konuyu sınıfta dikkatle izlemiş, yeteri
kadar tekrar edip kafa yormuş olmalısınız. Bütün bunları yapmadan, “Hocam, şu
konuyu bir daha anlatır mısınız? Şu problemi bir daha çözer misiniz?”
şeklindeki sorular anlamsız ve yersizdir. Bu hareketiniz dersi dikkatlice
izlemediğinizin ve yeterince tekrar etmediğinizin apaçık bir ifadesidir. Çünkü
konu derste anlatılırken gereğinden fazla tekrar edilmiş ve yeterince problem
çözülmüş, hatta her problem çözümünde konular yine tekrar edilmiştir.
Her konu, kendisinden önceki
konulara dayalı olabilir. Bu sebeple görülen her konunun öncekilerle olan
münasebetini yer yer vurgulayacak ve karşılaştırmalar yapacağız. Siz de
konuları gördükten sora öncekilerle olan münasebetini düşününüz ve bulunuz.
İmtihanda sorulabilir diye rasgele sorular ve problemler seçip yalnız onlar üzerinde
çalışmanın anlamı ve yararı yoktur.
Unutulmaması gereken bir
konu var. “Üniversite imtihanlarında her sene aynı soru gelir.” Bununla şunu
kastediyoruz. “Sorunun mantığı değişmez.” Kılığı, kıyafeti değişse bile, çözüm
mantığı katiyen değişmez. “1988. ÖSS ve ÖYS soruları nelerdir?” diye bir soru
sorulsa, “Önceki sorulmuş soruların bir veya bir kaç takla atmış halidir.”
şeklinde verilen cevap yerinde ve güzeldir. O halde size burada
kazandıracağımız şey bu soruların en pratik çözüm mantığını kazandırmak
olacaktır. Hatta konu ile ilgili temel kavram ve kanunları verdikten ve bunlara
dayalı problemlerin çözüm mantığını kavradıktan sonra ÖSS ve ÖYS de çıkmış
sorulara bir göz atacağız. Her problemin aynı temel mantıkla çözüldüğünü
göreceksiniz. Bundan sonra size düşen şey bu çözüm mantığını aldıktan sonra
1988 ÖSS ve ÖYS sorularını da aynı mantığa vurarak çözmek olacaktır. Bu mantığa
uymayan soru gıcık ve test tekniğine uymayan bir sorudur. Ancak fizik genel
kültürünüzü ölçen bu tür sorular ÖSS ve ÖYS de nadiren çıkan sorulardır.
Derste gördüklerinizi aynı
gün içinde vakit kaybetmeden yazarak, çizerek ve anlayarak tekrar ediniz. Aksi
halde, çabuk unutacak, bir sonraki dersle olan münasebetini kuramayacak ve
onları anlamayacaksınız. Neticede böyle silsile halinde bir öncekini anlamama,
bir sonrakini anlamamayı doğuracak ve fizik sizin için sevimsiz bir ders haline
gelecektir. Buna meydan vermemek için işlenen her konunun özetini ki, bunlar
size defterinize yazdıracağım şeylerdir, döş cebinize sığabilecek bir (Sızıntı
defterine) anlayarak yazınız. Bu defterin üzerine de “Üniversite Adayının Cep
Defteri” yazınız ve yanınızdan ayırmayınız. Sabahleyin otobüse binip derse
gelirken, kantinde veya parkta çayınızı ve gazozunuzu yudumlarken, bu cep
defterini çıkarınız, yazılan kanun ve kavramları müşahhas misalleriyle
kafanızda canlandırarak hatırlamaya çalışınız.
Fizik kavramlarının tanımı
başarının temel şartlarındandır. Vurgulayarak tekrar tekrar anlattığım
yazdırdığım kelimelerin fizikteki anlamını bilerek ve anlayarak daha sonraki
konulara geçiniz. Unutulmamalıdır ki, bazı fizik kavramları konuşma dilinde
kullanıldığımız sözcüklerle belirtilmektedir. Ancak bu sözcüklerin fizikteki
anlamı konuşma dilindeki anlamından farklı ve tektir. Mesela “İş” denildiğinde
günlük hayatımızda otuzu aşkın manada kullanıldığını biliriz, oysaki fizikteki
anlamı tek ve nettir. Bize düşen şey fizikteki anlamını öğrenmektir.
Kanun ve problemlerin çözüm
mantığını derste dinlemeyip bazı sorulara rasgele cevaplar uydurmak veya
başkalarının uydurduğu cevapları ezberlemeye çalışmak size bir şey
kazandırmayacaktır. Şunu bir kere daha vurgulamak isterim. Sınıfta anlattığım
şeyleri kafanızdaki bazı bilgilere uydurmaya çalışmayınız. Kafanızdaki bütün
bilgileri, temel matematik bilgileri dışında çıkarıp bir kenara koyunuz.
Anlattığımız şeyleri olduğu gibi kabullenerek yazınız. Tam teslim olunuz. Aksi
takdirde yeteri kadar kurstan istifade edemeyecek boşuna zaman ve para
kaybetmiş olacaksınız.
Fen derslerine roman okur
gibi çalışılmaz. Temel kavram ve kanunların pekiştirilmesi için problem çözümü
gerekir. Problem çözümünde belli bir pratiklik kazanıncaya kadar bizzat
kendiniz yazarak, çizerek problemi anlamış gibi görünürsünüz ama ya çabuk
unutursunuz veya bilgilerinizi değişik problemlere uygulayamazsınız. Problem
çözümüne kafa ile birlikte elin de alışması gerekir. Bu hadiseyi şöyle bir
misalle izah edebiliriz: Mesela ben size bisiklete binmesini öğreteceğim
diyelim. Evvela diyorum ki;
Arkadaşlar bisiklete şöyle
oturup, ayaklarınızı böyle koyup, şu şekilde pedal çevireceksiniz. Önünüze bir
engel çıktığında şöyle bir manevra yapacaksınız vs… Anladınız mı arkadaşlar?
- Anladık.
- Bir daha anlatıyorum.
- Yine anladınız mı,
arkadaşlar?
- Daha güzel anladık.
- Bakınız bir de ben bizzat
kendim binerek anlattığım şeyleri size gösteriyorum.
- Anladınız mı?
- Daha da güzel anladık.
- Peki, Ahmet gel bakalım.
Şu bisiklete bir de sen bin.
Ahmet daha ilk binmede titreye titreye gelecek,
korkarak bisiklete oturacak, ilk hamlede gidip bir yere toslayacaktır. Ama
toslaya toslaya toslamamayı öğrenecektir.
İşte bir konunun öğretmenden
dinleyip, problem çözümü işlemiyle bizzat kendiniz uğraşmadığınız takdirde
anlamış gibi görünürsünüz ama yazarak, çizerek tekrar etmediğiniz takdirde
anlamadığınızın sonra farkına varacaksınız.
Arkadaşlar altını iki defa
çizerek bir defa daha ifade ediyorum. Elinize bir tükenmez kalem alınız. Bolca
karalama kağıdınız olsun. Evde kendi kendinize çalışırken problemleri yazarak,
çizerek seri bir şekilde çözmeye kendinizi alıştırınız. Yoksa sadece kendinizi
aldatmış olursunuz. Her konunun başında bu şekilde yaparsanız, konunun sonunda
çoğu problemleri çözmeden neticeyi görebilecek pratikliği kazanacaksınız.”
EĞİTİMCİLERE
GÖRE MUALLİMİN VASIFLARI
İmamı Gazali, El-Maverdi, Taşköprülü zade ve Erzurumlu İbrahim Hakkı
hazretlerine göre muallimin ve eğitimin hususiyetleri şöyledir:
1. Öğrenciye
şefkat göstermeli ve onları evladı yerine koymalı. Öğrenciye tam bir rehber
olmalı, nasihat etmeli.
2. Tahkir
mahiyetinde olmayıp, ima ve şefkat yoluyla talebeyi kötü ve huy ve
alışkanlıklardan men etmelidir. İma etmenin tesiri büyüktür. Sertçe yapılan
yasaklar, insanı daha çok teşvik eder. Zira “Kişi men edilen şeye karşı hırslıdır”
denilmiştir. Açıkça
söylemek haya perdesini yırtar. Ancak bu da muallimliğin inceliklerindendir ki,
bunu herkes yapamaz.
3. Kabiliyetsiz
olanlara ancak seviyelerine göre bilgiler verir. “Daha sizin bilmediğiniz çok
şeyler var” diyerek kendisinin haberi olmayan bilgilerin varlığını
açıklamamalıdır. Aksi halde talebenin şevki kırılır.
4. Muallim bildiğiyle amel
etmeli ve davranışları, sözünü yalanlamamalıdır.
5. Sabırlı
olacak ve talebeden gelecek her şeye
tahammül edecektir, yumuşak huylu olacaktır.
6. Vakarı muhafaza edip,
heybetle oturmak. Fakat, vakar derken, talebenin size ulaşmasını
engelleyecek ve korkutacak aşırı ciddiyetle kaskatı kesilmiş, talebe tarafından
kibir olarak yorumlanabilecek tavırlar demek istemiyoruz. Bilakis, talebenin
sizi ve öğrettiklerinizi ciddiye alması, sizinle münasebetlerini saygı; sizin
onunla olan münasebetlerinizi de şefkat ve sabır atmosferinde cereyan etmesini
temin edecek, tavırların keyfiyetini ifade etmek istiyoruz. Aşırı şaka ve mizah yapmayacak. Olur olmaz her şeye
gülmek, hele kahkaha atmak heybeti söndürür.
7. Kibri terk edip tevazuu
tercih etmek. Kibir herkes için çirkindir. Fakat muallimlerde daha çirkindir.
Zira halk onlara uyar. Hem de kibir nefret ettiricidir. Muallim ilmi ile
kibirlenmemelidir. Çünkü ne kadar bilse yine azdır. İlim sonsuz, bilmediği
çoktur.
8. Boş
şeylerle meşguliyeti terk etmek.
9. Geri
zekalı olanlara karşı güzel sözlerle ve güzel bir üslupla davranıp, kesinlikle
sert davranmamak.
10. “Bilmiyorum” demekten
çekinmemek.
11. Bir şey
soran olursa, sual soran öğrenciye ilgi
göstermeli, önce suali iyice anlamalı ve elden geldiği kadar bildiğini
anlatmalıdır.
12. Sağlam
delili kabul etmek. Hatasını anlayınca dönüp Hakka sığınmak. Gerçeğe boyun
eğmek.
13. Talebeyi
kendisine zarar getirecek her ilimden men etmek.
14. Öğrettiğine
karşılık almamalı ve talebelerin dünyalığa olan meylini kırarak, tevazu, sevgi,
yumuşaklıkla fazileti öğreterek onları yetiştirmelidir.
15. Muallim
derste öfkelenmemeli, talebelerin bilgisini yoklamalı dersi yavaş işlemeli ve
iyi hazırlanmalı. Talebenin sorduğu her suale cevap vermeyip, emin olmadığı
hususlarda konuşmamalı.
16. Muallim
feraset sahibi olacak ve talebeyi iyi tanıyacak. Zira talebeyi iyi tanırsa fazla yorulmaz.
ÖĞRETMEN VE ÖĞRENCİ MÜNASEBETLERİ
Asırlardan
beri öğretmenler ile öğrenciler arasındaki ilgi ders saatlerine münhasır
kalmış. Öğretmen kendisini öğrencilerin üstünde bir otorite sayma
alışkanlığından kurtulamamıştır. O, okulda ve öğrencilerin katında gerçek bir
otoritedir. Fakat bu otorite onu
öğrencilerden ayıran değil; onlara yaklaştıran hususları da ihtiva etmelidir.
Öğretmenleri tarafından küçük görüldüklerini, her hal ve hareketlerinin tenkit
edildiğini, yaptıklarının pek azının beğenildiğini gören öğrenciler;
öğretmenlerine yaklaşacak yerde uzaklaşmaktadırlar. Kendilerine “yanılmaz insan” nazarıyla bakan öğretmenlerden uzak
durarak tenha bir yerde kendi hayatlarını yaşamaya çalışmaktadırlar. Sadece,
dersten derse birbirlerini görebilen, öğretmen ve öğrencilerin, resmi ve çoğu kez de sıkıcı şartlar
arasındaki karşılaşmaları öğretmen-öğrenci münasebetlerini menfi yönde
etkilemektedir.
Derslerin
branşlaşması sonucu, genellikle ayrı ayrı öğretmenler tarafından verilmesi,
ders saatlerinin fazlalığı, öğretmenlerin ders dışı faaliyetlere katılmak
istememesi, öğrenciler ile öğretmenlerin birbirlerine yaklaşmalarına mani
olmaktadır.
Hasılı,
öğretmenin yapması gereken ilk iş, öğrencinin kalbini kazanması, onları kendine
bağlaması, sevmesi ve onlar tarafından sevilen bir şahsiyet haline gelmesidir.
Artık bundan sonrası kolaydır. Çünkü öğretmenini seven öğrenciden aynı sevgiyi
dersine ve okul işlerine karşı da hissedecektir. Sevgi, bütün kapıların kilitlerini açan
sihirli bir anahtardır. Peki, öğrenciler hangi öğretmenleri sever?
Okul
sıralarından geçerek iş hayatına atılan her insanın, öğrencilik hayatında
sevdiği ve sevmediği öğretmenlerini (kendini göre) izah etmesi mümkündür. Bugün
okul sıralarında bulunan öğrencilerin de sevilen ve sevilmeyen öğretmenleri ve
onlara ait hatıraları vardır. Gerek yetişkinler, gerekse öğrenciler tarafından
sevilen ve sevilmeyen öğretmenler hakkında yapılan tasvirler, anlatılan
hikayeler, sevilen bir öğretmenin şahsiyeti ile ilgili bazı özellikleri
anlatmaya yarayabilir. Fakat bu değerlendirmeler tam ve itimat edilir değildir.
Çünkü, değerlendirmeyi yapan öğrenciler henüz objektif değerlendirme
yapabilecek çağda değildir. İlk, orta ve lise öğrencileri bu değerlendirmeyi
kendi menfaat ve iyilikleri yönünden yaparlar. Çünkü, kendileri şahsi
duygularının tesirinden kurtulamazlar. Bu itibarla çoğu kez kanaatlerinin
yanlış olması muhtemeldir. Bu öğrenciler üzerinde “Bir öğretmeni sevmeniz için
hangi özellikleri taşıması gereklidir?” şeklinde bir anket yapılsa,
aşağı-yukarı şu vasıflar sıralanır:
1.
İyi ders anlatsın,
2.
Yardım etsin,
3.
Kırık not vermesin,
4.
Eşit davransın,
5.
Öfkelenmesin,
6.
Güler yüzlü olsun,
7.
Güzel giyinsin,
8.
Ödev vermesin.
Cevaplarda
her ne kadar benlik kokusu varsa da hakikat payı da vardır. Son yıllar da orta
dereceli okullarda bu gaye ile yapılan anketler, öğrencilerin çok sevilen ve
sevilmeyen öğretmende bulunan şahsiyet ve karakter özelliklerinin mühim bir
kısmının doğru olduğu görülmüştür. Bu anketlere iştirak eden öğrencilerin en
çok sevilen öğretmende aşağıdaki niteliklerin bulunmasını istemiştir.
Sevilen
bir öğretmen;
1.
Çalışkan, bilgili, nazik ve güler yüzlü olmalı,
2.
Öğrencilere iyi davranmalı ve adil olmalı,
3.
Güzel konuşmalı, iyi ders anlatmalı,
4.
Öğrencilerle ilgilenmeli ve müsamahalı olmalı,
5.
Alay etmemeli ve not vermede cömert olmalıdır.
Öğretmen ve öğrenci münasebetlerinde,
öğretmen açısından dikkat edilecek hususlar ve prensipleri aşağıda biraz daha
detaylı olarak incelemeye çalışacağız:
1. İHLAS VE SAMİMİYET
İhlas ve samimiyet
kaybolunca, öğretmenler arasında huzursuzluk vuku bulur. Ve
onlardan her biri kendi görüş ve yolunda taassuba bürünür. İhlasın manası
şudur: İnsanın ruhunun derinliklerinden kanaata dayanan bir duygunun doğması ve
bu duyguyu gerçekleştirmek için karşılaşacağı güçlüklere sabretmesidir.
Öğrenciler bir öğretmenin
samimi olup, olmadığını derhal fark ederler. Samimiyetten uzak kalan bir
öğretmen, öğrencilerin dikkat ve alakasını temin edemez.
Öğretmen, öğrencilerine bir arkadaş, bir dost gibi davranmalıdır. Nitekim, Ebu
Hanife böyle davranır, talebelerine bütün ruhunu ve kalbini vererek şöyle
derdi: “Sizler benim kalbimin sevinci, hüznümün tesellisisiniz.”
Arkadaşça davranan bir
öğretmen şanslıdır. Çünkü, öğrenciler genellikle, şahsi yardım için büyük
problemlerini, kendilerine arkadaşça davranan, alaka gösteren öğretmenlere
açarlar. Bununla birlikte, öğretmen, öğrencilerle aşırı derecede
senli benli olmamalıdır. Bu durum suiistimale, bazılarına karşı
tarafgirliğe yol açabilir. Böyle bir öğretmen, umumiyetle öğrencilerin sevk ve
idarede güçlük çekeceği gibi, disiplinde sağlayamaz.
Sinirli bir öğretmenin sınıfındaki öğrenciler de
sinirlilik temayülü göstermektedir. Buna mukabil, neşeli tertipli bir
öğretmenin sınıfındaki öğrenciler de tertipli olmaktadır. Mesela
dürüst ve haksever bir öğretmenin dersinde, yalan söylemeyen ve kopya çekmeyen
bir öğrenci, öğrencileri tahakkümle idare etmek isteyen, vazifesini de gereği
gibi yapmayan bir öğretmenin dersinde aynı öğrenci yalan söylemekte, hatta
kopya çekmektedir.
Öğretmen, kendisini ziyarete gelen öğrencilerine hal hatır sormada,
içten ve dostça, güler yüzle sevdiğini belli ederek, şefkat, muhabbet ve
sevginin en güzeli ile davranmalıdır. Onun bu şekilde içten ve samimi
davranması öğrencileri ferahlatmaktadır. Ayrıca bu ziyaretler, öğretmenin,
öğrenciye soru sormasına, dolayısıyla onları yakından tanımasına imkan verir.
Öğretmenin,
öğrenciye hitabı da çok önemlidir. Yaşlı birisinin öğrencilere “Oğlum, yavrum, çocuğum …” gibi hitabı normaldir. Fakat bilhassa genç
öğretmenlerin, öğrencilerine –sınıf ve öğrencilerin seviyesine göre-, “Çocuklar, arkadaşlar, …” diye
hitap etmesi gerekir. Aksine hitaplar henüz buluğ çağında ve her şeye yan
gözle bakan, büyüklük kompleksinde bulunan öğrencileri hiç de memnun etmez. Öğretmenin, öğrencilerinin
isimlerini öğrenip onlara ismen hitap etmesi, onlarla ilgilendiğini ve değer
verdiğini gösterir. Çünkü, öğrenciler, ismen çağrılmalarından
hoşlanırlar ve tanınmalarından dolayı da memnun olurlar. İstenmeyen
hitaplar, öğrenciyi öğretmenden soğutabilir.
2. ÖĞRENCİYİ TANIMAK
Hata
yapmamak, başarı sağlamak, ancak canlı ve cansız ele alınan iş ve mevzuu iyi
tanımakla mümkündür. Öğretmen, feraset, kabiliyet, hareket, çevre ve
davranışlar yönüyle farklı bir yapıya sahip olan öğrencileri tanımak, bunun
için de tetkik etmek zorundadır. Aslında, bir iki yılını öğrencilerle geçiren
öğretmen, öğrencilerini tanır.
Bir çocuğu tanımak, onun
sadece adını, soyadını, saç rengini ve beden yapısını bilmek değildir. Çocuğu
tanımak bunun çok ötesinde bir mana ve mahiyet taşır. Bir öğretmen, talebesini
manevi özellikleri, yetenekleri ve davranışları yönüyle tanımalıdır.
Öğrencileri tanımak demek, onlar hakkında imkan ölçüsünde çok bilgi elde etmek
demektir. Onu tanımak, benzer davranışların gerisindeki sebepleri
anlayarak öğretimi, onun ferdî özelliklerine uydurmak da önemlidir. Mesela bir
sınıfta bazı öğrencilerin başarısız olduğunu kabul edelim. İyice incelendiğinde
görülebilir ki, bu öğrencilerin başarısızlığı farklı sebeplere dayanır.
Birisininki, kötü alışkanlıktan, diğerininki, zeka geriliğinden, bir
başkasınınki okuma yetersizliğinden, … vs.. olabilir.
Öğretimin,
öğrencileri tanımada, psikolojide kullanılan objektif gözlem metotlarından
faydalanabilir. Öğretmen,
öğrenicileri tanımak için testler uygulayabileceği gibi, onların okul içi ve
okul dışı muhtelif faaliyetlerini ve davranışlarını tetkik ederek, ruhi
yapıları hakkında değerli bilgiler elde edebilir. Öğretmenin ilgi odağı,
sosyal, biyolojik ve psikolojik bir varlık olan talebedir. Bu sebeple
öğretmen, öğrenciyi sosyal yönden olduğu kadar, ailevi, iktisadi ve kültürel
yönden de tanımalıdır. Öğrencilerini tanıma yeteneğine sahip olan, onları
kabiliyetlerine en uygun faaliyetlere sevk eden öğretmen, elbette çok sevilen
bir öğretmendir.
3. REHBERLİK
Rehberlik, ferdin komple bir
bütün halinde gelişmesine yardım faaliyetlerini ifade eden bir terimdir.
Rehberliği başlıca şu faaliyetlerden ibaret olarak görebiliriz:
1.
Öğrencilerin maddi-manevi problemleri ile ilgilenmek
suretiyle yapılan rehberlik,
2.
Fakir, zayıf ve geri zekalı öğrencilerle özel olarak
ilgilenmek suretiyle yapılan rehberlik,
3.
Öğrencileri istikbale hazırlamak suretiyle yapılan
rehberlik,
4.
Öğrencileri kabiliyetlerine uygun mesleklere
yöneltmek suretiyle yapılan rehberlik,
a.
Rehberlik faaliyetleri
şüphesiz bu dört unsura inhisar ettirilemeyecek kadar çoktur. Ancak biz çok önemli
gördüğümüz bu dört unsura işaret edip, biraz bilgi vermek iktifa edeceğiz.
b.
Öğretmen, öğrencilerin bütün problemleri ile ilgilenerek çözümüne yardımcı
olmaya çalışmalıdır. Çünkü öğretmen, manevi bir baba rolünde olduğu için tabii
olan da budur. Mesela, Ebu Hanife, talebelerine yardımda bulunur ve
geçinme sıkıntılarını giderirdi. Hatta, öğrenci hasta olursa, öğretmen onu
ziyarete gitmelidir.
c.
Okulda veya sınıfta kimse tarafından sevilmeyen, arkadaşlığı reddedilen
öğrencilerle yakından ilgilenmek gerekir. Bu, yalnızlığa terk edilen,
arkadaş grubu olmayan öğrenciler karamsar bir hava içindedirler. Bu arada
onların, arkadaş olarak kabul edilmek, başkalarını takdir edilmek için
yapamayacakları şey yoktur. Öğrencilerin takdiri bu tip öğrenciler biraz olsun
teselli eder.
d.
Maharet, normal zekalı,
normal çalışma yollarını bilen, maddi-manevi problemleri pek fazla olmayan
öğrencilere bir şeyler öğretmek değildir. Bununla övünmek de yersizdir. Önemli olan zor öğrenen,
çalışma yollarını bilmeyen, zekaca geri ve maddi-manevi problemlerle eli kolu
kırılmış öğrenciye bir şeyler verebilmek, çok olmasa da az ileri götürebilmek,
şevkini canlandırıp ona ümit üfleyebilmektir.
e.
Öğretmen, sakat ve özürlü öğrencilerle de ilgilenmelidir. Gerçi,
onun o halini değiştirmek elden gelmez, ama bu sakatlığın ve özür halinin
öğrencinin ruhunda hasıl ettiği acıları ve kompleksi hafifletebilir, onu hayata
bağlamak, cemiyete kazandırmak, ruhunda bir cennet atmosferi oluşturmak imkan
dahilindedir. Ona itimat edip, mesuliyet vermek ve onun üstün taraflarını
ortaya çıkarmak ve bu suretle insanlığın kendisinden de beklediği çok şeyler
olduğunu göstermekle, hayata müspet katkılarda bulunabilme mutluluğunu
tattırabiliriz. Nice, sakat ve özürlü insanlar vardır ki, Cenab-ı Allah, onları
da teselli etmek için öyle farklı kabiliyetler vermiştir ki, normal insanların
çoğunda o kabiliyet ya yoktur yada o ölçüde değildir. Öğretmen, öğrencilerine eşit
davranmakla birlikte, fakir ve kimsesiz olanları kendisine daha yakın tutmalı,
“Onlara, tevazu, meskenet ve muhabbet eyleye.”
f.
Öğretmen, istikbalin içimizde yeşerme ve büyümesine yardım etmeli,
gelişmenin müjdecisi olmalıdır. O, öğrencileri hazır zamana göre değil, gelecek
asra göre yetiştirmelidir. Bu sebeple öğretmen ileriyi gören, her kesten önde
yaşayan biri olmalıdır. Öğretmenin tek mevzuu çocuktur. Dünya istikbalinin tek
dayanağı ve tek ümidi çocuk olduğuna göre de, öğretmene; “İnsanlığın geleceğini
hazırlayan mimar” demek doğru olur.
g.
Karakter çeşitlidir. Öğrencinin her derse aynı oranda kabiliyeti
yoktur. Kabiliyetler yoklanmadan girişilen teşebbüsler semere
vermez. Bu uğurda sarf edilen zamanda israf edilmiş olur. Başarısız
öğrencilerin iki branşla meşgul olmaları son derece mahzurludur. Öğretmen böyle
olanları tespit etmeli ve zararlarını anlatmalıdır. Başarılı olanlarında
öncelikle daha önemli olan branşla meşgul olmasını istemeli ve bunun faydasını
anlatmalıdır.
4. ÖĞRETMEN VE VELİ MÜNASEBETLERİ
İnsanı eğiten
ve hayata hazırlayan üç unsur vardır. Aile, okul ve sosyal çevre. Çocuğun ailede başlayan
eğitimi okulda şekillenir ve sosyal çevrede de devam eder. Sağlıklı bir eğitim bu üç
unsurun koordineli çalışmasına, bilhassa okul, aile arasındaki bağın güçlü
olmasına bağlıdır. Fakat genellikle ebeveynler çocukların okulla ilgili
faaliyetlerine karşı lakayt, öğretmenler de öğrencilerin okul harici
faaliyetlerinden habersizdirler.
Velilerin
büyük bir bölümü, çocuklarını okula teslim ettikleri günden itibaren
terbiyecilik vazife ve mesuliyetlerinden tamamen kurtulduklarını zannederler. Onlara göre artık çocukları
yetiştirmek vazifesi okula ve öğretmene aittir. Başarı ve bilhassa
başarısızlıktan o sorumludur. Velilerin çoğu çocuklarının öğretmenlerini ya hiç
tanımazlar, ya da sadece çocuklarının anlattıkları kadarıyla tanırlar.
Okul ve öğretmenin vazifesi ne o kadar
mutlak, ne de o kadar mahduttur. Okul, çok mühim bir terbiye âmilidir fakat
yegane terbiye vasıtası değildir.
Okul, aile
ilişkileri çocuğun eğitimi açısından çok önemlidir. Bunlar arasında samimi ve
ahenkli bir ilişki kurulursa, terbiyevi faaliyetler aynı yönde ve birbirinin
tamamlayıcısı olacağından, okul öğrenci üzerinde daha etkili olacak, neticede
okulla aile birbirini anlayan, tanımlayan, destekleyen iki müessese olacaktır.
Diyebiliriz
ki, veli ve öğretmen birbirlerine samimi iki ortak gibi hareket etmelidirler. Ortak olup ta zıt yönde
çalışan iki kişi düşünülebilir mi? Biri, diğerinin yaptığını bozarsa işler
alt-üst olur. İş ne kadar zor ise ortaklar arasındaki tesanüd o kadar güçlü
olmalıdır. Bu ortaklık bir çocuk üzerinde kurulunca iş yeni boyutlar kazanır,
daha da önem arz eder.
Asırlardır
süregelen bir kopukluk hala devam ediyor. Çocuk tahsil çağına gelince veli onu okula
yazdırır. Daha başlangıçta, veli öğretmene yedi yıldan beri eğitmeye çalıştığı
çocuk üzerinde kat ettiği mesafeyi öğretmene arz etmelidir. Bu yapılmadığı
gibi, öğretmen de veliye çocuk hakkında en küçük bir şeyi sormayı bile hatırına
getirmiyor.
Öğretmen, ebeveynin tesirleri ile ne kadar meşgul olmuyorsa, ebeveyn de
öğretmenin mesaisine karşı o derece ilgisizdir. Halbuki çocuk bütün telkinlere
rağmen okula şımarık, sinirli, yalancı, … gelmiştir. Evde başlayan bu kötü
davranışların yalnız başına okulun ve öğretmenin ortadan kaldırması mümkün
olamaz. Anne-baba okul faaliyetleriyle yakından ilgilenmeli, evde çocuklara
karşı muamelelerini öğretmenin tesirini izale değil, takviye edecek tarzda,
terbiye esaslarına uygun olarak tanzim etmelidir.
Yine gerekir ki, öğretmen, öğrencilerin okul
harici faaliyetlerinden haberdar olsun ve öğrenciyi tam olarak tanımak
gayesiyle anne-babanın bilgisinden faydalansın. Zira veliler ile kurulacak
bağ, öğrenci problemlerinin çözümünde kolaylık sağlar. Bunun içinde öğrenci
velilerini okula yaklaştırmak gerekir. Bu gün bazı velilerin okula hiç
uğramadıkları yada pek az uğradıkları herkes tarafından bilinmektedir.
Velileri okula yaklaştırmak için
Veliye
terbiyevi mesuliyetlerini ve faaliyetlerini idrak ettirmek, onu terbiyevi gaye
ve vasıtalar hakkında aydınlatmak gerecektir. Bu gaye ile bilhassa çocuk eğitimi ile
ilgili seri konferanslar tertiplenebilir.
Öğretmenlerin, veli nazarında nüfuz ve
intibalarının çoğalması gibi tedbirler alınmalı.
Velilerle
yakından ilgilenmeli. Müdüründen müstahdemine kadar her ilgilinin yakından ilgilendiği,
güler yüzle karşıladığı öğrenci velisi elbette okula tekrar gelecektir.
Veliler okula daha sık davet edilmeli, fakat
para toplanmamalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder