8 Haziran 2012 Cuma

ÖĞRETMEN ARKADAŞLARIMA TAVSİYELER




Ehemmiyetine binaen anlatılan şeyler unutulmuş olabilir. Tekrarında fayda vardır, mülahazasıyla, yine anlatmakta yarar görüyorum, zait saymayınız.

Evvela, Allah’a itimadı ve güveni hatırdan çıkarmamalıyız. Çünkü, konuşturan da, dinlettiren de O’dur. O’dan gafletle anlatılan veya anlatılmak istenen her şeyde, maksadın aksiyle tokadın geleceğini acı acı müşahede etmişizdir. Binaenaleyh kendimize ait fikri, ilmi ve ruhi hazırlığımızı yaptıktan sonra, gerisini O’na havale etmeden gaflet etmemeliyiz.


İkincisi, ne kadar ağır ve mesuliyetli bir yükün altına girdiğimizi de hatırdan çıkarmamalıyız. Unutmamalıyız ki, nice vatan evladı, dişinden tırnağından artırdığı paraları size getirerek, teslimiyet içinde sizden bir medet ummakta, evvela Allah’ın inayetine sonra da sizin gayretinize güvenmektedirler. Hayatının bir dönüm noktasına gelen bu vatan evladı, bir köşe başında, sizin göstereceğiniz iş’ar ve işaretlerle yolunu ve yönünü tayin edecek, hayatına yeni ufuklar açılacaktır.

Üçüncüsü, öğrencilere karşı şefkatli ve merhametli olunuz. Onlar bize Allah’ın emanetidirler. Unutmayınız ki, Allah merhametli ve şefkatli olanları sever ve onu da başkalarına sevdirir. Yani siz yer ehline merhamet ederseniz, gök ehli de size merhamet eder. Davacısı olduğunuz mukaddes değerlerin sevilmesini istiyorsanız, insanları cidden seviniz ve onlara karşı şefkatli ve merhametli olunuz. Bu uğurda yorulmayınız. Yorulsanız dahi yorgunluğunuzu hissettirmeyiniz. Öğrenciler sizden bir bekliyor ise siz onlara on veriniz, yani mutad dersin dışındaki zamanlarda dahi onları çağırıp vaktinizin elverdiği ölçüde onların eksiklerini tamamlayınız. Ama bütün bunlarda da Allah’ın rızasını esas maksat yapınız. Karşılığını burada beklemeyiniz. Cenab-ı Hakk’ın hüsn-ü kabul gösterdiğini göreceksiniz. Bir ibadet neşvesi içinde dersleri takdim etmeniz gerektiğini bir an hatırdan çıkarmamalısınız.

Aziz arkadaşlarım işin bir yanı bu iken, diğer yanına gelince:

1.      Katiyen derslere hazırlıksız girmeyiniz. Talebe sizin işlerinizin çokluğunu, vakit bulamayışınızı veya bazı şahsi, ailevi problemlerinizin varlığını bilmez. Bu gibi problemleri sınıfa götürmeyiniz.

2.      Bütün konulara yazdan çok iyi hazırlanınız. Konuların bütününe tam bir hakimiyetiniz olsun. Ama sakın konuların hazırlığını bir gün önceye bırakmayınız. Bir gün önce konu ile ilgili söylenecek sözlerin sadece gözden geçirilmesi kalmalı. Konuyu aktaracak bütün cümleler basit avam lisanıyla anlaşılacak hale tabiri diğerle hazmedilmiş süt haline getirilmiş olmalıdır.

3.      Konuyu anlatırken çözülecek problemlerin şekillerini ezbere çizip, verilen bilgi ve değerleri ezbere üzerine koyuncaya kadar kendi kendinize güzel ve doğru olarak çizmelisiniz. Verilen değerleri anında üzerine yerleştirirken problemi de izah etmelisiniz. Bu sizin konuya karşı hakimiyetinizi gösterecek, hem zaman kaybını önlemiş, hem de talebenin güvenini kazanmış olacaksınız. Unutmayınız ki, hazırlıksız girdiğiniz bir dersi talebe hemen fark etmekte, size karşı güveni sarsıldığından dersi dinlememektedir. İkna olmadığınız bir meselede  karşı tarafı cerbeze ve laf kalabalığı ile ikna edemeyeceğinizi hatırdan çıkarmamalısınız.

4.      Konuyu takdim ederken, talebenin anlayamayacağı gereksiz detaylı ilmi izahlara girmeyiniz. Sınıfa yöneliniz. Evvela dikkatleri toparlayınız. Öğrenci günlük hayatı ile ilgili başka şeyleri düşünüyor olabilir. Dikkatleri dağılmış olabilir. “Geriye yaslanın, derin bir nefes alın…” gibi sözlerle talebeyi uyarınız. Sonra bir müzik öğretmeninin İstiklal Marşını söyletmesi gibi, el, kol, jest ve mimiklerinizle birlikte temel kavram ve konuları açıklarken  basit ve kısa cümleler kullanarak önemli yerlerini vurgulayınız. Bu temel kavram ve konuları cümleler halinde bir kaç defa tekrar ettikten sonra ifade ettiği anlamın kafalara yerleşip yerleşmediğini sık sık sorunuz. Anlamayan bir tek kişi kalmışsa dahi bir daha tekrar ediniz. Sonra yazdırınız, yazdırırken sıraların arasında normal adımlarla dolaşınız. Bu temel kavram ve konuların mutlaka anlaşılması gerekir. Çünkü bundan sonra anlatacağınız şeyleri onların üzerine bina edeceksiniz. Sonra da bu anlatılan temel mananın daha iyi pekişmesi için basitten başlayarak problemleri çözünüz. Şunu asla ihmal etmeyiniz. Her problemi çözerken temel bağıntıyı veya mantığı bir daha tekrar ediniz. “Ne yapacaktık… Şöyle yapmayacak mıydık… Öyleyse…” gibi vurgulamalarla esas mantığı bir defa daha tekrar etmeli. Aman ha arkadaşlarım döne döne tekrar tembih ediyorum, yine de tekrar edeceğim. Fazla lüzumsuz detaya inerek öğrenciyi temel mantıktan uzaklaştırmayınız. ÖSS ve ÖYS sınavlarına dikkat ettiğimizde de görüyoruz ki, konuların temel kavram ve manalarının dışına çıkmamakta ve her öğrenciden bu temel mantığın kullanılması istenmektedir. Sizin de bildiğiniz gibi her konunun bir veya bir kaç temel mantığı vardır. Bu mantıktan öğrenciyi saptırmayınız. Öğrencide bu şuuraltı oluncaya kadar bu temel mantığı vurgulayan problem çözünüz. Zaten, ÖSS ve ÖYS bu temel mantığı vurgulamada yeterlidir diyebiliriz.

5.      Dersi takdim ederken lüzumsuz cümleler kullanmayınız. Gerekli cümle bir tane ise bunu aheste aheste belki on defa tekrar ediniz. Unutmayınız, talebe bir meseleyi anlatan çok ve karışık ifadelerden sıkılacaktır. Talebenin tebessümlerine dikkat ediniz. Anlayıp anlamadığını tebessümlerinden yakalayabilirsiniz. Talebeyi kaşıntı tutmuşsa, oflayarak puflayarak sağa sola dönüp duruyorsa bu onun anlatılan şeyleri anlamadığının ifadesidir. İfadelerinizi sadeleştirip tekrar etmelisiniz. Öğrenci anlamadan o konuyu geçmemelisiniz. Çünkü bu anlamama ileride bir başka anlamamayı netice verecek ve gittikçe senden uzaklaşacaktır.

6.      Yer yer sesi yükselterek, alçaltarak kesikli konuşunuz. Bu dikkatleri toparlamada size yardımcı olacaktır. Sınıfa yönelerek sık sık umuma sorular sorunuz. “Ne idi… Öyleyse… O halde…” gibi. Sınıftan tek tük gelen çatlak seslere itibar etmeyiniz. Komple hep bir ağızdan gür bir sesin gelmesini ısrarla isteyiniz. Sınıfın komple okeyini mutlaka alınız. Aksi takdirde sınıf uyumaya terk edilmiş olacaktır.

7.      Tahtayı kullanmaya en üst sol köşeden başlamalı ve bloklama yaparak sağı doğru gitmelisiniz. Yazdığınız şeyleri tahta bitinceye kadar silmeyiniz. Tahtayı kullanmada bir insicam ve ahenk olmalıdır. Bir kahve falını andırır karışık bir görünüm arz etmemeli ve göze hoş görünmelidir. Problemleri çözerken daha önceden de belirtildiği gibi şekilleri ezbere güzel ve doğru olarak çiziniz. Problemin çözümünde genel bir mantık vardır. Bu mantıkla problemin çözümünü tahtaya yazarken her yazılanı dille bizzat izah ederek yazınız.

8.      Aman ha, sakın sınıfa sırtınızı dönerek tahtaya abanıp kalmayınız. Sırtınızı her sınıfı dönüşünüzde bir falsonun yapıldığını hatırdan çıkarmayınız. Tahtaya yazarken en azından yan durunuz. Ve her an yüzünüz sınıfa dönüyor olmalıdır. Sınıfa sırtınızı dönerek talebenin değişik vaziyet almasına fırsat vermeyiniz.

9.      Konuları takdim ederken gayet rahat, kendinden emin ve güler yüzle (ama yılışık değil) öğrenciye dönerek, canlı misaller vererek sadece dilimiz değil  hal ve hareketlerimiz de konuşmalıdır.

10.  Öğrenciye yerinde kalkmadan sorulmalı ve yerinde cevap vermesi istenmelidir. “Nasıldı? Ne yapacaktık? Ne demek oluyordu? Öyleyse…” gibi önce anlatılmış olanların tekrarı istenmelidir. Yoksa, “Şu problemi kim çözecek?” diye öğrenci asla tahtaya kaldırılıp problemin çözümü öğrenciden istenmemelidir. Çünkü umum sınıf problemin çözümünü öğretmeninden istemektedir. Tahtadaki öğrenci ne kadar da güzel takdim etse, öğrenciler bunu şüphe ile izler ve kabullenmek istemezler. Öğretmenin mutlaka tekrar etmesini isterler. Bu ise zaman kaybına sebep olduğundan böyle yollara baş vurmamalısınız.

11.  Sınıfta konuyu takdim ederken, konuyu destekleyici mahiyette bilgilerle esas hedeften sapmış, uzaklaşmış olabilirsiniz. Ama çok uzaklaşmadan ve dağıtmadan “O halde toparlıyorum.” diyerek derhal ana hedefe dönmelisiniz. Değişik sorular sorarak konuyu dağıtan, esas maksattan saptıran öğrencilerin sürüklemesine asla gelmemelisiniz. Anlatılan konuyu anlamayan ve tekrar etmenizi isteyen olabilir. Hiç kızmadan ve usanmadan tekrar edebilirsiniz. Ama bir daha bir daha diyen gıcıklığına soran öğrencinin dolmuşuna da binmemelisiniz.

12.  Daha ilk derste öğrenciye: “Arkadaşlar, derste dikkat isterim. Anlamadığınız yerleri hiç çekinmeden rahatlıkla sorabilirsiniz. Bunda hiç ayıp yoktur. Bu basit bir soru olabilir. Sınıfı kendime güldürebilirim diye asla düşünmemelisiniz. Her arkadaşımız, her arkadaşımızın fikirlerine saygı göstermelidir. Saygı göstermeyenleri daha şimdiden sınıfın huzurunda “saygısız ve yobaz” ilan ediyorum. Bunu böyle bilesiniz. Derste konuşacağımız her şeyi beraber konuşacağız. Kendi aranızda konuşmayacaksınız. “Ama mutlaka konuşmaya ihtiyacım var” diyebilirsiniz. Dersi iki dakika bırakıp bu iki arkadaşın konuşmasını dinleyeceğiz. Arkadaşımızın iyi niyetli her görüşüne karşı saygılı olacağız. Ama kötü niyetli bir insan her hal ve hareketinde kendini belli etmektedir. Psikolojik rahatsızlığı olan, ruhunda kötülük taşıyan kimseler ki, umarım böyle kimseler yoktur ve olmamalıdır, şayet varsa daha şimdiden onları sınıfın huzurunda “aşağılık” olarak ilan ediyorum ve ilan edeceğim.” mealinde bir konuşma yapmanın, son derece yararı vardır. Saygısız ve edepsiz kimseleri sınıf refüze etmeli ve edepsizliği yapacağı vasatı daha baştan kaldırmalısınız. Ukala tiplerin konuşmalarını baştan hoşgörü ile karşılayınız ve asla kızmayınız. Sonra tavrını değiştirdiğini göreceksiniz. “Bu hocaya bu yapılmaz.” diye kendi kendine mırıldandığını veya arkadaşları tarafından baskı altına alındığını göreceksiniz. Elverir ki, biz öğrencilere karşı şefkatli ve merhametli olalım. Ancak bütün iyi niyet ve davranışları kötüye yorumlayan edepsiz bir tip varsa, acele etmeden idare ile birlik içinde onu refüze etmenin yollarına bakılmalıdır. Sınıf içinde ikili münakaşalara asla meydan vermemelisiniz. Böyle ikili münakaşalarda talebe, talebenin safına geçer ve hoca hakkında efkar-ı amme oluştururlar.

13.  Problem çözerken bazı matematiksel işlemlerde hata olabilir. Öğrenci ikaz edip; “Hocam şurası şöyle olmayacak mıydı…?” dediğinde, yanlışta ısrar etmeden, “Arkadaşınızı tebrik ederim. Düzeltiyorum.” diyerek düzeltmekte fayda vardır. Bazen de siz talebenin muhtemel hataya düşeceği yerlerde, kasıtlı yanlışlıklar yapın ve talebeden doğrusunu söylemesini bekleyin. Bu tür hataları çok yapmamak kaydı ile vurgulanması gereken önemli yerlerde yapmak faydalı olur. Bunun dışında istemeyerek bazı yanlışlıklar yapsak kamufle edilmiş olur. “Yine hoca kasten yanlış yaptı.” dedirtir.

14.  İhmal edilmemesi gereken önemli bir hususta; ders zili çalar çalmaz, sınıfa girmektir. Her derse iki dakika geç geldiğinizi, üç dakikada yoklama vs. yaparak geçirdiğinizi düşününüz. Bir saatin beş dakikasının sene sonuna kadar kaç ders saati olduğunu hesaplayıp, sonra her saat içinde 600.-TL. ücret ödendiğini düşününüz. Sonra bunun ne anlama geldiğine karar veriniz. Diyeceksiniz ki, “Ben onlara zaten fazladan ders anlatıyorum.” Arkadaşlar sizin fazladan yaptığınız ders, öğrenciye ikramınızdır. Öbürü ise öğrencinin hakkıdır. Çalıntı, tabiri diğerle hırsızlanan bir malın sadaka ve zekat verilmeyeceği malumunuzdur. Binaenaleyh, arkadaşlar sınıf kapısında “hazır ol”  vaziyetinde ders zili çalmasını bekleyelim. Siz iki dakika derse geç girseniz, talebe dört dakika geç girecektir.

İLK DERSTE ÖĞRENCİYE VERİLMESİ GEREKEN MESAJLAR


Sınıfa ilk girdiğinizde  gayet rahat ve kararlı bir şekilde, emniyet telkin edici ifadelerle şu mealde bir konuşma yapmak yerinde bir hareket olur:

“Fizik kolaydır. Sizi fizikle tanıştırayım.” Diyerek fizik konularının ana başlıklarını tahtaya yazıp işlenecek müfredat programı hakkında kısaca açıklama yapmak faydalı olur. Devrelerin durumuna göre, birinci imtihana kadar hangi konular, ondan sonra hangi konular üzerinde durulacağı, her konudan ÖSS ve ÖYS de takriben kaçar soru çıkabileceği hususlarında talebeyi malumat sahibi yapmak yerinde olur.

Tatlı bir ifadeyle, “Fiziği muhakkak seveceksiniz. Velev ki, şimdiye kadar nefret etmiş olsanız dahi. Hatta şimdiye kadar korkulu rüyanız olan fizik, bundan sonra sevgili dostunuz olacaktır” demek talebede fiziğe karşı bir alaka uyaracaktır.

Bundan sonra şöyle devam edebilir; “Ancak sizden istediğim bazı önemli hususlar var. Bunları mutlaka yerine getirmelisiniz. Bu hususlar derste veya ders haricinde imtihana hazırlanmada, yerine getirdiğiniz takdirde, sizce çok faydalı olacaktır. Dersi ilgi ile izleyeceksiniz. Sizlere gereksiz bütün bilgilerden arınmış yepyeni bir fizik öğreteceğim. Konuştuğum her kelime veya cümle anahtar cümle olabileceğinden, dersi dikkatlice izlemeniz sizin için ehemmiyet arz etmektedir. Önemli temel konuları size yazdıracağım. “Yazın” dediğim zaman yazıp; “Dinleyin” dediğim zaman dinleyeceksiniz. Aksi takdirde dinlemenizi istediğim yerde not tutmakla meşgul olursanız, önemli hususları dikkatinizden kaçırıp anlamanızı zorlaştırırsınız. Derslerde temel fizik kavramları ve formülleri üzerinde duracağız. Bunları yorumlayacak, nasıl ve nerelerde kullanacağımızı ısrarla vurgulayacak ve bunlardan kendimiz yeni bilgiler üreteceğiz. Yani temel kavram ve kanunlar olan yeni bilgiler üretme ve bunları kullanabilme gücümüzü geliştireceğiz. Kuru bir formül ezberciliğine paydos dedikten sonra, kafalarınızdaki formülleri unutmanızı tavsiye ediyorum. Temel kavram ve formülleri yeri geldikçe ezberleteceğim. Bundan istifade ederek, diğer formül ve ifadeleri siz çıkarabilecek ve kullanabileceksiniz. Zaten formüller temel kavram ve kanunların matematiksel ifadesidir. Temel kavram ve kanunları anlatırken upuzun laflar etmemek için, sembollerle gösteriyor ve bunlara formül diyoruz. Önemli olan formülü ezberlemek değil, onu yorumlayarak, ondan yeni bilgiler üretmek ve sonra kullanabilmektir. Bu derste bunu kazanacaksınız.

Kuru kuruya anlamını bilmeden, yorumunu yapmadan kafanızda şekillendiremeden, önceki öğrendiklerinizle münasebet kuramadan ezberlemekten kesinlikle kaçınız. Derslerde bir sıra takip edeceğiz. Bu sıra sizin anlamanızı kolaylaştırması için en basitten zora doğra  sıralanmıştır. Ders anlatırken bir önceki dersin veya konunun bilgileri yeri geldikçe kullanılabilecektir. Onun için; katiyen devamsızlık yapmamalısınız. Bir sonraki konuya geçmeden önce, bir önceki konuyu mutlaka anlamalısınız. Konuyu sınıfta dinledikten sonra kendi kendinize tekrarını yaparken anlayamadığınız yer olursa bunları anında kaydedin. Ve vakit kaybetmeden stajer arkadaşlarımıza ve dersin hocalarına mutlaka sorunuz. Ancak böyle bir soru yöneltmeden önce ilgili konuyu sınıfta dikkatle izlemiş, yeteri kadar tekrar edip kafa yormuş olmalısınız. Bütün bunları yapmadan, “Hocam, şu konuyu bir daha anlatır mısınız? Şu problemi bir daha çözer misiniz?” şeklindeki sorular anlamsız ve yersizdir. Bu hareketiniz dersi dikkatlice izlemediğinizin ve yeterince tekrar etmediğinizin apaçık bir ifadesidir. Çünkü konu derste anlatılırken gereğinden fazla tekrar edilmiş ve yeterince problem çözülmüş, hatta her problem çözümünde konular yine tekrar edilmiştir.

Her konu, kendisinden önceki konulara dayalı olabilir. Bu sebeple görülen her konunun öncekilerle olan münasebetini yer yer vurgulayacak ve karşılaştırmalar yapacağız. Siz de konuları gördükten sora öncekilerle olan münasebetini düşününüz ve bulunuz. İmtihanda sorulabilir diye rasgele sorular ve problemler seçip yalnız onlar üzerinde çalışmanın anlamı ve yararı yoktur.

Unutulmaması gereken bir konu var. “Üniversite imtihanlarında her sene aynı soru gelir.” Bununla şunu kastediyoruz. “Sorunun mantığı değişmez.” Kılığı, kıyafeti değişse bile, çözüm mantığı katiyen değişmez. “1988. ÖSS ve ÖYS soruları nelerdir?” diye bir soru sorulsa, “Önceki sorulmuş soruların bir veya bir kaç takla atmış halidir.” şeklinde verilen cevap yerinde ve güzeldir. O halde size burada kazandıracağımız şey bu soruların en pratik çözüm mantığını kazandırmak olacaktır. Hatta konu ile ilgili temel kavram ve kanunları verdikten ve bunlara dayalı problemlerin çözüm mantığını kavradıktan sonra ÖSS ve ÖYS de çıkmış sorulara bir göz atacağız. Her problemin aynı temel mantıkla çözüldüğünü göreceksiniz. Bundan sonra size düşen şey bu çözüm mantığını aldıktan sonra 1988 ÖSS ve ÖYS sorularını da aynı mantığa vurarak çözmek olacaktır. Bu mantığa uymayan soru gıcık ve test tekniğine uymayan bir sorudur. Ancak fizik genel kültürünüzü ölçen bu tür sorular ÖSS ve ÖYS de nadiren çıkan sorulardır.

Derste gördüklerinizi aynı gün içinde vakit kaybetmeden yazarak, çizerek ve anlayarak tekrar ediniz. Aksi halde, çabuk unutacak, bir sonraki dersle olan münasebetini kuramayacak ve onları anlamayacaksınız. Neticede böyle silsile halinde bir öncekini anlamama, bir sonrakini anlamamayı doğuracak ve fizik sizin için sevimsiz bir ders haline gelecektir. Buna meydan vermemek için işlenen her konunun özetini ki, bunlar size defterinize yazdıracağım şeylerdir, döş cebinize sığabilecek bir (Sızıntı defterine) anlayarak yazınız. Bu defterin üzerine de “Üniversite Adayının Cep Defteri” yazınız ve yanınızdan ayırmayınız. Sabahleyin otobüse binip derse gelirken, kantinde veya parkta çayınızı ve gazozunuzu yudumlarken, bu cep defterini çıkarınız, yazılan kanun ve kavramları müşahhas misalleriyle kafanızda canlandırarak hatırlamaya çalışınız.

Fizik kavramlarının tanımı başarının temel şartlarındandır. Vurgulayarak tekrar tekrar anlattığım yazdırdığım kelimelerin fizikteki anlamını bilerek ve anlayarak daha sonraki konulara geçiniz. Unutulmamalıdır ki, bazı fizik kavramları konuşma dilinde kullanıldığımız sözcüklerle belirtilmektedir. Ancak bu sözcüklerin fizikteki anlamı konuşma dilindeki anlamından farklı ve tektir. Mesela “İş” denildiğinde günlük hayatımızda otuzu aşkın manada kullanıldığını biliriz, oysaki fizikteki anlamı tek ve nettir. Bize düşen şey fizikteki anlamını öğrenmektir.

Kanun ve problemlerin çözüm mantığını derste dinlemeyip bazı sorulara rasgele cevaplar uydurmak veya başkalarının uydurduğu cevapları ezberlemeye çalışmak size bir şey kazandırmayacaktır. Şunu bir kere daha vurgulamak isterim. Sınıfta anlattığım şeyleri kafanızdaki bazı bilgilere uydurmaya çalışmayınız. Kafanızdaki bütün bilgileri, temel matematik bilgileri dışında çıkarıp bir kenara koyunuz. Anlattığımız şeyleri olduğu gibi kabullenerek yazınız. Tam teslim olunuz. Aksi takdirde yeteri kadar kurstan istifade edemeyecek boşuna zaman ve para kaybetmiş olacaksınız.

Fen derslerine roman okur gibi çalışılmaz. Temel kavram ve kanunların pekiştirilmesi için problem çözümü gerekir. Problem çözümünde belli bir pratiklik kazanıncaya kadar bizzat kendiniz yazarak, çizerek problemi anlamış gibi görünürsünüz ama ya çabuk unutursunuz veya bilgilerinizi değişik problemlere uygulayamazsınız. Problem çözümüne kafa ile birlikte elin de alışması gerekir. Bu hadiseyi şöyle bir misalle izah edebiliriz: Mesela ben size bisiklete binmesini öğreteceğim diyelim.  Evvela diyorum ki;

Arkadaşlar bisiklete şöyle oturup, ayaklarınızı böyle koyup, şu şekilde pedal çevireceksiniz. Önünüze bir engel çıktığında şöyle bir manevra yapacaksınız vs… Anladınız mı arkadaşlar?
- Anladık.
- Bir daha anlatıyorum.
- Yine anladınız mı, arkadaşlar?
- Daha güzel anladık.
- Bakınız bir de ben bizzat kendim binerek anlattığım şeyleri size gösteriyorum.
- Anladınız mı?
- Daha da güzel anladık.
- Peki, Ahmet gel bakalım. Şu bisiklete bir de sen bin.

 Ahmet daha ilk binmede titreye titreye gelecek, korkarak bisiklete oturacak, ilk hamlede gidip bir yere toslayacaktır. Ama toslaya toslaya toslamamayı öğrenecektir.

İşte bir konunun öğretmenden dinleyip, problem çözümü işlemiyle bizzat kendiniz uğraşmadığınız takdirde anlamış gibi görünürsünüz ama yazarak, çizerek tekrar etmediğiniz takdirde anlamadığınızın sonra farkına varacaksınız.

Arkadaşlar altını iki defa çizerek bir defa daha ifade ediyorum. Elinize bir tükenmez kalem alınız. Bolca karalama kağıdınız olsun. Evde kendi kendinize çalışırken problemleri yazarak, çizerek seri bir şekilde çözmeye kendinizi alıştırınız. Yoksa sadece kendinizi aldatmış olursunuz. Her konunun başında bu şekilde yaparsanız, konunun sonunda çoğu problemleri çözmeden neticeyi görebilecek pratikliği kazanacaksınız.”

EĞİTİMCİLERE GÖRE MUALLİMİN VASIFLARI

İmamı Gazali, El-Maverdi, Taşköprülü zade ve Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretlerine göre muallimin ve eğitimin hususiyetleri şöyledir:

1.      Öğrenciye şefkat göstermeli ve onları evladı yerine koymalı. Öğrenciye tam bir rehber olmalı, nasihat etmeli.
2.      Tahkir mahiyetinde olmayıp, ima ve şefkat yoluyla talebeyi kötü ve huy ve alışkanlıklardan men etmelidir. İma etmenin tesiri büyüktür. Sertçe yapılan yasaklar, insanı daha çok teşvik eder. Zira “Kişi men edilen şeye karşı hırslıdır” denilmiştir. Açıkça söylemek haya perdesini yırtar. Ancak bu da muallimliğin inceliklerindendir ki, bunu herkes yapamaz.
3.      Kabiliyetsiz olanlara ancak seviyelerine göre bilgiler verir. “Daha sizin bilmediğiniz çok şeyler var” diyerek kendisinin haberi olmayan bilgilerin varlığını açıklamamalıdır. Aksi halde talebenin şevki kırılır.
4.      Muallim bildiğiyle amel etmeli ve davranışları, sözünü yalanlamamalıdır.
5.      Sabırlı olacak ve talebeden gelecek her  şeye tahammül edecektir, yumuşak huylu olacaktır.
6.      Vakarı muhafaza edip, heybetle oturmak. Fakat, vakar derken, talebenin size ulaşmasını engelleyecek ve korkutacak aşırı ciddiyetle kaskatı kesilmiş, talebe tarafından kibir olarak yorumlanabilecek tavırlar demek istemiyoruz. Bilakis, talebenin sizi ve öğrettiklerinizi ciddiye alması, sizinle münasebetlerini saygı; sizin onunla olan münasebetlerinizi de şefkat ve sabır atmosferinde cereyan etmesini temin edecek, tavırların keyfiyetini ifade etmek istiyoruz.  Aşırı şaka ve mizah yapmayacak. Olur olmaz her şeye gülmek, hele kahkaha atmak heybeti söndürür.
7.      Kibri terk edip tevazuu tercih etmek. Kibir herkes için çirkindir. Fakat muallimlerde daha çirkindir. Zira halk onlara uyar. Hem de kibir nefret ettiricidir. Muallim ilmi ile kibirlenmemelidir. Çünkü ne kadar bilse yine azdır. İlim sonsuz, bilmediği çoktur.
8.      Boş şeylerle meşguliyeti terk etmek.
9.      Geri zekalı olanlara karşı güzel sözlerle ve güzel bir üslupla davranıp, kesinlikle sert davranmamak.
10.  “Bilmiyorum” demekten çekinmemek.
11.  Bir şey soran olursa,  sual soran öğrenciye ilgi göstermeli, önce suali iyice anlamalı ve elden geldiği kadar bildiğini anlatmalıdır.
12.  Sağlam delili kabul etmek. Hatasını anlayınca dönüp Hakka sığınmak. Gerçeğe boyun eğmek.
13.  Talebeyi kendisine zarar getirecek her ilimden men etmek.
14.  Öğrettiğine karşılık almamalı ve talebelerin dünyalığa olan meylini kırarak, tevazu, sevgi, yumuşaklıkla fazileti öğreterek onları yetiştirmelidir.
15.  Muallim derste öfkelenmemeli, talebelerin bilgisini yoklamalı dersi yavaş işlemeli ve iyi hazırlanmalı. Talebenin sorduğu her suale cevap vermeyip, emin olmadığı hususlarda konuşmamalı.
16.  Muallim feraset sahibi olacak ve talebeyi iyi tanıyacak. Zira talebeyi iyi tanırsa fazla yorulmaz.

ÖĞRETMEN VE ÖĞRENCİ MÜNASEBETLERİ


Asırlardan beri öğretmenler ile öğrenciler arasındaki ilgi ders saatlerine münhasır kalmış. Öğretmen kendisini öğrencilerin üstünde bir otorite sayma alışkanlığından kurtulamamıştır. O, okulda ve öğrencilerin katında gerçek bir otoritedir. Fakat bu otorite onu öğrencilerden ayıran değil; onlara yaklaştıran hususları da ihtiva etmelidir. Öğretmenleri tarafından küçük görüldüklerini, her hal ve hareketlerinin tenkit edildiğini, yaptıklarının pek azının beğenildiğini gören öğrenciler; öğretmenlerine yaklaşacak yerde uzaklaşmaktadırlar. Kendilerine “yanılmaz insan” nazarıyla bakan öğretmenlerden uzak durarak tenha bir yerde kendi hayatlarını yaşamaya çalışmaktadırlar. Sadece, dersten derse birbirlerini görebilen, öğretmen ve öğrencilerin, resmi ve çoğu kez de sıkıcı şartlar arasındaki karşılaşmaları öğretmen-öğrenci münasebetlerini menfi yönde etkilemektedir.

Derslerin branşlaşması sonucu, genellikle ayrı ayrı öğretmenler tarafından verilmesi, ders saatlerinin fazlalığı, öğretmenlerin ders dışı faaliyetlere katılmak istememesi, öğrenciler ile öğretmenlerin birbirlerine yaklaşmalarına mani olmaktadır.

Hasılı, öğretmenin yapması gereken ilk iş, öğrencinin kalbini kazanması, onları kendine bağlaması, sevmesi ve onlar tarafından sevilen bir şahsiyet haline gelmesidir. Artık bundan sonrası kolaydır. Çünkü öğretmenini seven öğrenciden aynı sevgiyi dersine ve okul işlerine karşı da hissedecektir. Sevgi, bütün kapıların kilitlerini açan sihirli bir anahtardır. Peki, öğrenciler hangi öğretmenleri sever?

Okul sıralarından geçerek iş hayatına atılan her insanın, öğrencilik hayatında sevdiği ve sevmediği öğretmenlerini (kendini göre) izah etmesi mümkündür. Bugün okul sıralarında bulunan öğrencilerin de sevilen ve sevilmeyen öğretmenleri ve onlara ait hatıraları vardır. Gerek yetişkinler, gerekse öğrenciler tarafından sevilen ve sevilmeyen öğretmenler hakkında yapılan tasvirler, anlatılan hikayeler, sevilen bir öğretmenin şahsiyeti ile ilgili bazı özellikleri anlatmaya yarayabilir. Fakat bu değerlendirmeler tam ve itimat edilir değildir. Çünkü, değerlendirmeyi yapan öğrenciler henüz objektif değerlendirme yapabilecek çağda değildir. İlk, orta ve lise öğrencileri bu değerlendirmeyi kendi menfaat ve iyilikleri yönünden yaparlar. Çünkü, kendileri şahsi duygularının tesirinden kurtulamazlar. Bu itibarla çoğu kez kanaatlerinin yanlış olması muhtemeldir. Bu öğrenciler üzerinde “Bir öğretmeni sevmeniz için hangi özellikleri taşıması gereklidir?” şeklinde bir anket yapılsa, aşağı-yukarı şu vasıflar sıralanır:


1.      İyi ders anlatsın,
2.      Yardım etsin,
3.      Kırık not vermesin,
4.      Eşit davransın,
5.      Öfkelenmesin,
6.      Güler yüzlü olsun,
7.      Güzel giyinsin,
8.      Ödev vermesin.

Cevaplarda her ne kadar benlik kokusu varsa da hakikat payı da vardır. Son yıllar da orta dereceli okullarda bu gaye ile yapılan anketler, öğrencilerin çok sevilen ve sevilmeyen öğretmende bulunan şahsiyet ve karakter özelliklerinin mühim bir kısmının doğru olduğu görülmüştür. Bu anketlere iştirak eden öğrencilerin en çok sevilen öğretmende aşağıdaki niteliklerin bulunmasını istemiştir.

Sevilen bir öğretmen;
1.      Çalışkan, bilgili, nazik ve güler yüzlü olmalı,
2.      Öğrencilere iyi davranmalı ve adil olmalı,
3.      Güzel konuşmalı, iyi ders anlatmalı,
4.      Öğrencilerle ilgilenmeli ve müsamahalı olmalı,
5.      Alay etmemeli ve not vermede cömert olmalıdır.

Öğretmen ve öğrenci münasebetlerinde, öğretmen açısından dikkat edilecek hususlar ve prensipleri aşağıda biraz daha detaylı olarak incelemeye çalışacağız:

1.      İHLAS VE SAMİMİYET


İhlas ve samimiyet kaybolunca, öğretmenler arasında huzursuzluk vuku bulur. Ve onlardan her biri kendi görüş ve yolunda taassuba bürünür. İhlasın manası şudur: İnsanın ruhunun derinliklerinden kanaata dayanan bir duygunun doğması ve bu duyguyu gerçekleştirmek için karşılaşacağı güçlüklere sabretmesidir.

Öğrenciler bir öğretmenin samimi olup, olmadığını derhal fark ederler. Samimiyetten uzak kalan bir öğretmen, öğrencilerin dikkat ve alakasını temin edemez. Öğretmen, öğrencilerine bir arkadaş, bir dost gibi davranmalıdır. Nitekim, Ebu Hanife böyle davranır, talebelerine bütün ruhunu ve kalbini vererek şöyle derdi: “Sizler benim kalbimin sevinci, hüznümün tesellisisiniz.”

Arkadaşça davranan bir öğretmen şanslıdır. Çünkü, öğrenciler genellikle, şahsi yardım için büyük problemlerini, kendilerine arkadaşça davranan, alaka gösteren öğretmenlere açarlar. Bununla birlikte, öğretmen, öğrencilerle aşırı derecede senli benli olmamalıdır. Bu durum suiistimale, bazılarına karşı tarafgirliğe yol açabilir. Böyle bir öğretmen, umumiyetle öğrencilerin sevk ve idarede güçlük çekeceği gibi, disiplinde sağlayamaz.

Sinirli bir  öğretmenin sınıfındaki öğrenciler de sinirlilik temayülü göstermektedir. Buna mukabil, neşeli tertipli bir öğretmenin sınıfındaki öğrenciler de tertipli olmaktadır. Mesela dürüst ve haksever bir öğretmenin dersinde, yalan söylemeyen ve kopya çekmeyen bir öğrenci, öğrencileri tahakkümle idare etmek isteyen, vazifesini de gereği gibi yapmayan bir öğretmenin dersinde aynı öğrenci yalan söylemekte, hatta kopya çekmektedir.

Öğretmen, kendisini ziyarete gelen öğrencilerine hal hatır sormada, içten ve dostça, güler yüzle sevdiğini belli ederek, şefkat, muhabbet ve sevginin en güzeli ile davranmalıdır. Onun bu şekilde içten ve samimi davranması öğrencileri ferahlatmaktadır. Ayrıca bu ziyaretler, öğretmenin, öğrenciye soru sormasına, dolayısıyla onları yakından tanımasına imkan verir.

Öğretmenin, öğrenciye hitabı da çok önemlidir. Yaşlı birisinin öğrencilere “Oğlum, yavrum, çocuğum …”  gibi hitabı normaldir. Fakat bilhassa genç öğretmenlerin, öğrencilerine –sınıf ve öğrencilerin seviyesine göre-, “Çocuklar, arkadaşlar, …” diye hitap etmesi gerekir. Aksine hitaplar henüz buluğ çağında ve her şeye yan gözle bakan, büyüklük kompleksinde bulunan öğrencileri hiç de memnun etmez. Öğretmenin, öğrencilerinin isimlerini öğrenip onlara ismen hitap etmesi, onlarla ilgilendiğini ve değer verdiğini gösterir. Çünkü, öğrenciler, ismen çağrılmalarından hoşlanırlar ve tanınmalarından dolayı da memnun olurlar. İstenmeyen hitaplar, öğrenciyi öğretmenden soğutabilir.

2.    ÖĞRENCİYİ TANIMAK


Hata yapmamak, başarı sağlamak, ancak canlı ve cansız ele alınan iş ve mevzuu iyi tanımakla mümkündür. Öğretmen, feraset, kabiliyet, hareket, çevre ve davranışlar yönüyle farklı bir yapıya sahip olan öğrencileri tanımak, bunun için de tetkik etmek zorundadır. Aslında, bir iki yılını öğrencilerle geçiren öğretmen, öğrencilerini tanır.

Bir çocuğu tanımak, onun sadece adını, soyadını, saç rengini ve beden yapısını bilmek değildir. Çocuğu tanımak bunun çok ötesinde bir mana ve mahiyet taşır. Bir öğretmen, talebesini manevi özellikleri, yetenekleri ve davranışları yönüyle tanımalıdır. Öğrencileri tanımak demek, onlar hakkında imkan ölçüsünde çok bilgi elde etmek demektir. Onu tanımak, benzer davranışların gerisindeki sebepleri anlayarak öğretimi, onun ferdî özelliklerine uydurmak da önemlidir. Mesela bir sınıfta bazı öğrencilerin başarısız olduğunu kabul edelim. İyice incelendiğinde görülebilir ki, bu öğrencilerin başarısızlığı farklı sebeplere dayanır. Birisininki, kötü alışkanlıktan, diğerininki, zeka geriliğinden, bir başkasınınki okuma yetersizliğinden, … vs.. olabilir.

Öğretimin, öğrencileri tanımada, psikolojide kullanılan objektif gözlem metotlarından faydalanabilir. Öğretmen, öğrenicileri tanımak için testler uygulayabileceği gibi, onların okul içi ve okul dışı muhtelif faaliyetlerini ve davranışlarını tetkik ederek, ruhi yapıları hakkında değerli bilgiler elde edebilir. Öğretmenin ilgi odağı, sosyal, biyolojik ve psikolojik bir varlık olan talebedir. Bu sebeple öğretmen, öğrenciyi sosyal yönden olduğu kadar, ailevi, iktisadi ve kültürel yönden de tanımalıdır. Öğrencilerini tanıma yeteneğine sahip olan, onları kabiliyetlerine en uygun faaliyetlere sevk eden öğretmen, elbette çok sevilen bir öğretmendir.

3.      REHBERLİK


Rehberlik, ferdin komple bir bütün halinde gelişmesine yardım faaliyetlerini ifade eden bir terimdir. Rehberliği başlıca şu faaliyetlerden ibaret olarak görebiliriz:

1.      Öğrencilerin maddi-manevi problemleri ile ilgilenmek suretiyle yapılan rehberlik,
2.      Fakir, zayıf ve geri zekalı öğrencilerle özel olarak ilgilenmek suretiyle yapılan rehberlik,
3.      Öğrencileri istikbale hazırlamak suretiyle yapılan rehberlik,
4.      Öğrencileri kabiliyetlerine uygun mesleklere yöneltmek suretiyle yapılan rehberlik,

a.        Rehberlik faaliyetleri şüphesiz bu dört unsura inhisar ettirilemeyecek kadar çoktur. Ancak biz çok önemli gördüğümüz bu dört unsura işaret edip, biraz bilgi vermek iktifa edeceğiz.

b.        Öğretmen, öğrencilerin bütün problemleri ile ilgilenerek çözümüne yardımcı olmaya çalışmalıdır. Çünkü öğretmen, manevi bir baba rolünde olduğu için tabii olan da budur. Mesela, Ebu Hanife, talebelerine yardımda bulunur ve geçinme sıkıntılarını giderirdi. Hatta, öğrenci hasta olursa, öğretmen onu ziyarete gitmelidir.

c.        Okulda veya sınıfta kimse tarafından sevilmeyen, arkadaşlığı reddedilen öğrencilerle yakından ilgilenmek gerekir. Bu, yalnızlığa terk edilen, arkadaş grubu olmayan öğrenciler karamsar bir hava içindedirler. Bu arada onların, arkadaş olarak kabul edilmek, başkalarını takdir edilmek için yapamayacakları şey yoktur. Öğrencilerin takdiri bu tip öğrenciler biraz olsun teselli eder.

d.        Maharet, normal zekalı, normal çalışma yollarını bilen, maddi-manevi problemleri pek fazla olmayan öğrencilere bir şeyler öğretmek değildir. Bununla övünmek de yersizdir. Önemli olan zor öğrenen, çalışma yollarını bilmeyen, zekaca geri ve maddi-manevi problemlerle eli kolu kırılmış öğrenciye bir şeyler verebilmek, çok olmasa da az ileri götürebilmek, şevkini canlandırıp ona ümit üfleyebilmektir.

e.        Öğretmen, sakat ve özürlü öğrencilerle de ilgilenmelidir. Gerçi, onun o halini değiştirmek elden gelmez, ama bu sakatlığın ve özür halinin öğrencinin ruhunda hasıl ettiği acıları ve kompleksi hafifletebilir, onu hayata bağlamak, cemiyete kazandırmak, ruhunda bir cennet atmosferi oluşturmak imkan dahilindedir. Ona itimat edip, mesuliyet vermek ve onun üstün taraflarını ortaya çıkarmak ve bu suretle insanlığın kendisinden de beklediği çok şeyler olduğunu göstermekle, hayata müspet katkılarda bulunabilme mutluluğunu tattırabiliriz. Nice, sakat ve özürlü insanlar vardır ki, Cenab-ı Allah, onları da teselli etmek için öyle farklı kabiliyetler vermiştir ki, normal insanların çoğunda o kabiliyet ya yoktur yada o ölçüde değildir. Öğretmen, öğrencilerine eşit davranmakla birlikte, fakir ve kimsesiz olanları kendisine daha yakın tutmalı, “Onlara, tevazu, meskenet ve muhabbet eyleye.”

f.         Öğretmen, istikbalin içimizde yeşerme ve büyümesine yardım etmeli, gelişmenin müjdecisi olmalıdır. O, öğrencileri hazır zamana göre değil, gelecek asra göre yetiştirmelidir. Bu sebeple öğretmen ileriyi gören, her kesten önde yaşayan biri olmalıdır. Öğretmenin tek mevzuu çocuktur. Dünya istikbalinin tek dayanağı ve tek ümidi çocuk olduğuna göre de, öğretmene; “İnsanlığın geleceğini hazırlayan mimar” demek doğru olur.

g.        Karakter çeşitlidir. Öğrencinin her derse aynı oranda kabiliyeti yoktur. Kabiliyetler yoklanmadan girişilen teşebbüsler semere vermez. Bu uğurda sarf edilen zamanda israf edilmiş olur. Başarısız öğrencilerin iki branşla meşgul olmaları son derece mahzurludur. Öğretmen böyle olanları tespit etmeli ve zararlarını anlatmalıdır. Başarılı olanlarında öncelikle daha önemli olan branşla meşgul olmasını istemeli ve bunun faydasını anlatmalıdır.

4.      ÖĞRETMEN VE VELİ MÜNASEBETLERİ


İnsanı eğiten ve hayata hazırlayan üç unsur vardır. Aile, okul ve sosyal çevre. Çocuğun ailede başlayan eğitimi okulda şekillenir ve sosyal çevrede de devam eder. Sağlıklı bir eğitim bu üç unsurun koordineli çalışmasına, bilhassa okul, aile arasındaki bağın güçlü olmasına bağlıdır. Fakat genellikle ebeveynler çocukların okulla ilgili faaliyetlerine karşı lakayt, öğretmenler de öğrencilerin okul harici faaliyetlerinden habersizdirler.

Velilerin büyük bir bölümü, çocuklarını okula teslim ettikleri günden itibaren terbiyecilik vazife ve mesuliyetlerinden tamamen kurtulduklarını zannederler. Onlara göre artık çocukları yetiştirmek vazifesi okula ve öğretmene aittir. Başarı ve bilhassa başarısızlıktan o sorumludur. Velilerin çoğu çocuklarının öğretmenlerini ya hiç tanımazlar, ya da sadece çocuklarının anlattıkları kadarıyla tanırlar.

Okul ve öğretmenin vazifesi ne o kadar mutlak, ne de o kadar mahduttur. Okul, çok mühim bir terbiye âmilidir fakat yegane terbiye vasıtası değildir.

Okul, aile ilişkileri çocuğun eğitimi açısından çok önemlidir. Bunlar arasında samimi ve ahenkli bir ilişki kurulursa, terbiyevi faaliyetler aynı yönde ve birbirinin tamamlayıcısı olacağından, okul öğrenci üzerinde daha etkili olacak, neticede okulla aile birbirini anlayan, tanımlayan, destekleyen iki müessese olacaktır.

Diyebiliriz ki, veli ve öğretmen birbirlerine samimi iki ortak gibi hareket etmelidirler. Ortak olup ta zıt yönde çalışan iki kişi düşünülebilir mi? Biri, diğerinin yaptığını bozarsa işler alt-üst olur. İş ne kadar zor ise ortaklar arasındaki tesanüd o kadar güçlü olmalıdır. Bu ortaklık bir çocuk üzerinde kurulunca iş yeni boyutlar kazanır, daha da önem arz eder.

Asırlardır süregelen bir kopukluk hala devam ediyor. Çocuk tahsil çağına gelince veli onu okula yazdırır. Daha başlangıçta, veli öğretmene yedi yıldan beri eğitmeye çalıştığı çocuk üzerinde kat ettiği mesafeyi öğretmene arz etmelidir. Bu yapılmadığı gibi, öğretmen de veliye çocuk hakkında en küçük bir şeyi sormayı bile hatırına getirmiyor. Öğretmen, ebeveynin tesirleri ile ne kadar meşgul olmuyorsa, ebeveyn de öğretmenin mesaisine karşı o derece ilgisizdir. Halbuki çocuk bütün telkinlere rağmen okula şımarık, sinirli, yalancı, … gelmiştir. Evde başlayan bu kötü davranışların yalnız başına okulun ve öğretmenin ortadan kaldırması mümkün olamaz. Anne-baba okul faaliyetleriyle yakından ilgilenmeli, evde çocuklara karşı muamelelerini öğretmenin tesirini izale değil, takviye edecek tarzda, terbiye esaslarına uygun olarak tanzim etmelidir.

Yine gerekir ki, öğretmen, öğrencilerin okul harici faaliyetlerinden haberdar olsun ve öğrenciyi tam olarak tanımak gayesiyle anne-babanın bilgisinden faydalansın. Zira veliler ile kurulacak bağ, öğrenci problemlerinin çözümünde kolaylık sağlar. Bunun içinde öğrenci velilerini okula yaklaştırmak gerekir. Bu gün bazı velilerin okula hiç uğramadıkları yada pek az uğradıkları herkes tarafından bilinmektedir.

Velileri okula yaklaştırmak için

Veliye terbiyevi mesuliyetlerini ve faaliyetlerini idrak ettirmek, onu terbiyevi gaye ve vasıtalar hakkında aydınlatmak gerecektir. Bu gaye ile bilhassa çocuk eğitimi ile ilgili seri konferanslar tertiplenebilir.

Öğretmenlerin, veli nazarında nüfuz ve intibalarının çoğalması gibi tedbirler alınmalı.

Velilerle yakından ilgilenmeli. Müdüründen müstahdemine kadar her ilgilinin yakından ilgilendiği, güler yüzle karşıladığı öğrenci velisi elbette okula tekrar gelecektir.

Veliler okula daha sık davet edilmeli, fakat para toplanmamalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder