1. Mutlaka Kusur Bulmak Gerekiyorsa
Calvin Coolidge'nin Cumhu-başkanlığı sırasında dostla-rından birisi, Beyazsa-ray'da misafirdi. Bir gün Cumhubaşkanının sekreterine şu sözleri söylediğini duymuştu:
- Bugün ne güzel giyinmişsiniz. Siz gerçekten güzel bir bayansınız.!
Coolidge'nin sekreterlerinden birisine bundan daha iyi bir iltifatta bulunmasına imkan yoktu. Kâtip bayan bu iltifat karşısında şaşırmıştı. Ama Coolidge, şu sözleri ilave etmişti:
- Bu sözleri kendinizi iyi hissetmeniz için söyledim. Bundan sonra yazılarınızdaki imlâ kurallarına biraz daha dikkat etmenizi rica ediyorum.
Coolidge'nin izlediği yol çok iyiydi. Çünkü insan övüldükten sonra kusurunun söylenmesine dayanabilir. Berber de insanı traş etmeden önce sakalını sabunluyor. 1896 yılında cumhurbaşkanlığına adaylığını koyan McKinley de bu şekilde hareket etmişti. Cumhuriyet Partisine üye bulunanlardan birisi Cicero, Patrik Henri ve Daniel Webster'in bütün nutuklarından daha güzel kabul ettiği bir nutuk yazmıştı ve bunu McKinley'e oku¬muştu. Nutkun güzel yönlerinin bulunmasına rağmen o kadar etkileyici değildi. Çünkü çok sayıda eleştiri bulu¬nuyordu. Ancak McKinley, bu nutku hazırlayan kişinin gururunu kırmak istememiş, yaptığı işi beğendiğini söy¬lemişti. Ama bunu nasıl yapmıştı?
"Nutkunuz muhteşem olmuş! Bundan daha güzel bir nutuk yazmak imkansız. Ama nutku partimiz bakımın¬dan incelemeliyiz. Sizden şunu rica ediyorum. Nutku söyleyeceğim şekilde yeniden yazın ve bana da bir kop¬yasını gönderin.
Daha sonra McKinley nutkun yeniden yazılmasına yardım etmiş, nutku yazan kişi seçimin en iyi hatiplerin¬den birisi olmuştur. Abraham Lincoln'ün yazdığı mektuplardan ikincisi şöyledir: (Bu mektupların birincisi Bayan Bixby'e ço¬cuklarının savaşta ölmelerinden dolayı yazılmıştı.)
Lincoln bu mektubu kısa bir sürede yazmıştı. Ama bu mektubun aslı 1926'da 12.000 dolara satılmıştı. Bu para Lincoln'ün 50 sene çalışarak biriktirebileceği paradan çok fazlaydı. Mektup 1863 yılının nisan ayında yazılmıştı. Bu sıra¬da iç savaşın en şiddetli zamanlarıydı. Generaller orduyu mağlubiyete doğru sürüklemekteydiler. Ülkenin durumu çok kötüydü. Binlerce asker ordudan kaçmış, Cumhuriyet Partisine üye olanlar bile isyan etmişler; Lincoln'ü Beyazsaray'dan atmak iste¬
mişlerdi. Lincoln diyor ki: "Çok kötü durumdaydık. Hiç çıkış yolumuz yoktu." Lincoln'ün mektubunu buraya almamın sebebi mille¬tin kaderinin bir generalin hareketine bağlı olduğu bir sı¬rada, Lincoln'ün bu generali değiştirmeyi nasıl başardı¬ğını size göstermek içindir. Bu mektup Lincoln'ün yaz¬dığı en serti idi. Ama burada bile Lincoln'ün General'i eleştirmeden önce onu övdüğünü görürsünüz.
Generalin hatası çok fazlaydı. Lincoln gerçeği bu şe¬kilde ifade etmedi. Aksine daha diplomatik davrandı. Ve "Benim hoşuma gitmeyen bazı noktalar var" demekle yetindi. "Sizin yetenekli, cesur bir asker olduğunuza inanıyo¬rum. Görevinizle siyaseti birbirine karıştırmayan birisi olduğunuzu da ilave etmek isterim. Kendinize güvenme¬niz de önemli bir özelliğinizdir. Ama çok ihtiraslı birisi¬niz, tehlikeli olmadıkça bu zarardan çok fayda sağlar. General Burnside'ın ordu komutanlığı sırasında, ihtira¬sınızın etkisi altında kaldınız ve onu devirmeye çalıştı¬nız, bu şekilde davranarak yanlış hareket ettiniz. Ayrıca bu hareketi bir silah arkadaşınıza karşı yaptınız. Ordunun ve hükümetin başına bir diktatörün gelmesi gerektiğini söylemişsiniz. Ben bu sözünüze rağmen ku-mandayı size vermiştim. Ama başarılar kazanan kumandanlar, diktatörlük ya-pabilirler. Ben de diktatörlüğü göze alabilmek için siz¬den askeri başarılar bekliyorum. Hükümet size elinden gelen yardımı yapacaktır. Ama kumandanları eleştirmek ve onlara güvenmemek konu¬sunda ortaya koyduğunuz davranış şimdi kendi aleyhini¬ze gelişmektedir. Bunu ortadan kaldırmak için elimden geleni yapacağım.
Şayet hayatta olsaydı, Napoleon da, siz de böyle bir zihniyetin hakim olduğu bir ordu ile iş yapamazdınız. Bu türlü hareketlerden sakınarak enerji ile, uyku ile uyanık¬lık arasında hareket ederek ilerleyiniz ve bize zaferler veriniz." Bizler Coolidge, MicKinley veya Lincoln olmayabi¬liriz. Ama muhtaç olduğumuz şey düşüncemizin günlük hayatımızda işe yarayıp yaramadığını anlamaktır. Bunun için hayattan aldığımız olaylarla bunu gösterelim: Bay W. P. Gaw, Filâdelfiya'da bir şirkette çalışan sizin gibi benim gibi birisiydi. Verdiğim derslerin birisinde şunu anlatmıştı: -
Wark şirketi büyük bir dairenin inşaatını almış ve bu¬nu belirli bir sürenin sonunda teslim etmek için anlaş-mıştı. Ama binanın dış cephesi için gerekli olan bronz¬ları verecek olan şirket malları zamanında veremeyece¬ğini bildirdi. Bina geç teslim edilecek, bu durumda an-laşmaya uyulmamış olacak, belki de para cezasına uğra-yabileceklerdi. Bunun üzerine Gaw, Newyork'a hareket etmiş ve bronz meselesini üzerine almıştı. Bronz şirketine giren ve şirket müdürü ile karşılaşan Gaw, şunları söyledi:
- Bayım Broklyn'de sizin isminizi taşıyan başka kim¬senin bulunmadığını biliyor musunuz? Müdür hayretle cevap verdi:
- Hiç dikkat etmedim.
- Bu sabah trenden indiğim zaman adresinizi bulmak için rehbere bakıyordum. Rehberde sizin isminize ben¬zeyen başka bir isim göremedim.
- Ben bunu bilmiyordum. Telefon defterini açtı ve şunları anlattı:
- Ailem Hollanda'dan iki yüz yıl önce gelmiş ve Newyork'a yerleşmiş.
Ailesi hakkında birkaç dakika daha konuşmuştu. Gaw şirket konusuna geçmiş, şirketin büyüklüğünü, verimli¬liğini anlatmış, aynı işle meşgul başka şirketlerden bah¬setmişti. Sonunda:
- Sizin şirketiniz aynı işle meşgul olan diğer şirketle¬rin en temizi ve en hünerlisi! Diyerek müdürü terkar ko¬nuşmaya teşvik etmişti.
- Bu meslekte uzun ömür tükettim. Eserimle gurur duyabilirim. İsterseniz fabrikayı birlikte dolaşalım.
Beraber fabrikayı dolaşarak yapılan işleri gözden ge¬çiren Gaw, fabrika hakkında söylenecek en iyi sözleri söylemiş, makinaların bazılarını çok beğenmişti. Müdür bu makinelerin nasıl çalıştığını, diğer makinelerden üs¬tün olduğunu, makinaları çalıştırarak göstermişti. Gaw'i yemeğe davet etmiş, Ga\v niçin geldiğini bile söyleye¬memişti.
Yemekten sonra şirket sahibinin kendisi ziyaretin se-bebini sordu ve: "Sizin niçin geldiğinizi biliyorum. Ama konuşmamızın bu kadar hoş geçeceğini ummamıştım. Si¬ze söz veriyorum. Siparişlerinizi yetiştireceğiz."
Gaw, bir kelime söylemeden, amacına ulaşmıştı.
Sonuçta siparişler vaktinde yetişmiş, bir bina, zama¬nında bitirilmişti.
Eğer Gaw bu şekilde hareket etmeyerek tartışmaya başlasaydı, bu sonuca ulaşabilir miydi?
İnsanları sinirlendirmeden, sıkmadan onu överek söze başlayınız!
2. Karşınızdakini Rahatsız Etmeden Eleştirmenin Yolu
Schwab çelik fabrikalarının birisinde dolaşıW yorken, işçilerden bazılarını sigara içerken görmüştü. Oysa işçilerin başlarının üzerindeki duvarda ''Sigara içmek yasaktır" levhası asılıydı. Charles Schwab onlara bakarak:
- Okuma biliyor musunuz?
Diye söylediğini mı sanıyorsunuz! Hayır! Aksine Schwab, işçilere yaklaşarak birer puro vermişti.
- işinizi bitirdikten sonra bunu dışarda içerseniz sevinirim, demişti.
İşçiler, bir ikazla karşılaştıklarını anlamışlardı. Ama patronun bir şey söylememesi ve aynı zamanda kendilerine birer puro hediye etmesi onları sevindirmişti. Böylebir patron sevilmez mi? John Wanamaker de aynı yöntemi kullanmıştı. Wana-maker mağazasını her gün kontrol ederdi. Bir gün, bir müşterinin tezgah önünde beklediğini ve kimsenin ona aldırış etmediğini görmüş, etrafa bakmış, satış memurla-rından bir grubun köşede birbirleriyle sakalaştıklarına dikkat etmişti. Patron kimseye bir şey söylememiş, iot-gahın başına geçmiş ve müşteriye yardımcı olmuş've kendisine yaklaşan satış memurlarından, satılan malı pa¬ketlemesini istemişti.
8 Mart 1887'de Henry Ward Beecher ölmüştü. Arka-daşlarından birisi, onun hakkında konuşması için çağı¬rılmıştı. Lyman Abbott çok güzel sözler söylemek iste-diği için müsveddeler hazırlamış, çok uğraşmıştı. So-nunda hazırladığı müsveddeyi karısına okumuştu. Kari¬si akıllı bir kadın olmasaydı ona: "Bu nutku okuma. Her¬kesi uyutursun. Çünkü bu nutuk bir ansiklopediden fark¬sız. Mümkün olduğu kadar doğal davranman daha iyi olur. Yoksa herkes senin aleyhine döner" diyecekti.
Kadın böyle söyleseydi, sonucun ne olacağını biliyor-sunuz. Nitekim o da biliyordu. Onun için kocasına "bu nutuk, bir dergide yayınlansa, çok güzel bir makale olur." dedi ve bu şekilde bunu nutuk olarak ortaya koy¬masının doğru olmayacağını anlattı. Lyman, karısının bu düşüncesine katılmış ve not bile almadan içinden geldi¬ği gibi konuşmuştu. İnsanları rahatsız etmeden, sinirlendirmeden yola ge-tirmenin ikinci kuralı:
Başkalarının hatalarını dolaylı bir şekilde anlatınız.
3. Önce Kendi Yanlışlarınızdan Bahsediniz
Birkaç yıl önce akrabalarımdan Jozefm Carnegie, ana sekreterlik yapmak için Kansas'tan New York'a gelmişti. 19 yaşındaydı ve liseden yeni mezun ol¬muştu. Henüz iş hayatını tanımıyordu. Bir gün onu eleş¬tirmek üzereydim. Kendi kendime dedim ki: "Sen bu genç kızdan iki kat daha büyüksün! Tecrüben ona oran¬la on katı daha fazla. O zaman bu çocuk, senin düşünce¬ni kolay kolay kavrayamaz. Kavrayabilmesi için onun biraz daha çok çalışması gerekli. Sen bu gencin yaşın¬dayken daha fazla hata yapıyordun.
Biraz düşündükten sonra Jozefin'i eleştirmemeye ka¬rar verdim; aksine ona yaptığı hatayı anlatmak istedi-ğimde "Yanıldın kızım, ama üzülme. Ben de senin yaşın-dayken bu türlü hatalar yapıyordum. Tecrübe kazandık¬ça bu hataları yapmamaya başlayacaksın. Ama bu işi şöyle yapsaydın daha iyi olmaz mıydı?" diyorum. Böyle kendi hatalarınızdan bahsetmeniz, başkalarını hatalarım kabul etmeye teşvik eder.
Prens Von Bulow 1909 yılında bunu öğrenmişti.Von Bulow o zaman Almanya şövalyesiydi. Alman impara¬toru olan Kayzer ikinci Vilhelm inatçı birisiydi ve büyük bir ordu oluşturmakla uğraşıyordu.
İşte bu sırada garip bir olay gerçekleşti. Kayzer, ina-nılmayacak sözler söylüyor ve bu sözler, bütün Avru¬pa'yı sarsıyordu. Meselâ, Kayzer, İngiltere'ye karşı dost olduğunu, Japon tehlikesine karşı büyük bir donanma oluşturduğunu, kendisinin İngiltere'yi, Rusya ve Ffan-sa'ya karşı küçük düşmekten koruduğunu, Güney Afri¬ka'da İngiliz Lord Roberts'in Boerleri mağlup etmeyi başardığını söylemişti. Bu sözler son elli senedir hiçbir Avrupa hükümdarı tarafından kullanılmamıştır. Bütün Avrupa bu sözleri öf¬keyle karşılamıştı. İngiltere, büyük bir sıkıntı içindeydi. Alman devlet adamları ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Kayzer'in aklı başına geldi. Prens Von Bulow'un suçu üzerine almasını, kendisinin hükümdara bunları söyle¬mesini tavsiye ettiğini itiraf etmesini istedi. Von Bulow buna karşı şu sözleri söyledi:
- Ama gerek İngiltere, gerek Almanya' da kimse benim bu türlü tavsiyelerde bulunduğuma inanmaz.
Von Bulow bu sözleri söylemez Kayzer'in sinirlendi¬ğini anladı:
- Demek sen beni, senin de yapmayacağın hataları yapmakla suçluyorsun!
Bu durum karşısında Von Bulow, imparatoru önce öv-mek sonra eleştirmek gerektiğini anladı. Ama geç kal¬mıştı. O halde, madem tenkidi önce yapmıştı, şimdi im-paratoru övmek gerekliydi.
- Böyle bir şey söylemek istemiyorum. Majestelerinin her konuda benden üstün olduğunu kabul ediyorum. Ba-rometreler, telsizler, röntgen ışınları hakkında yaptığınız konuşmaları hayranlıkla dinledim. Ben tabiat bilimleri hakkında bu kadar bilgi sahibi değilim. Ama biraz tarih bilgim, politik faydaları olabilecek bazı özelliklerim var. Kayzer'in yüzü gülmüştü. Çünkü Von Bulow onu yü-celtmiş, kendisini küçük düşürmüştü. Kayzer bunun üzerine herşeyi affedebilirdi.
- Ben size, birbirimizi tamamlıyoruz! dememiş miy¬dim. Öyleyse birlikte hareket edelim ve bu işi temizleye¬lim.
Kayzer, yumruğunu masaya vurarak:
- içinizden birisi, bir daha Von Bulow aleyhine bir tek söz söylerse, bu yumruğu suratında bulur demişti.
Von Bulow zamanında hareket etmişti. Ama akıllı bir diplomat olmasına rağmen yine de yanlış yapmıştı. Der¬hal Kayzer'in eksik yönlerini söylemeyi bırakarak, ken¬di zayıf noktalarını anlatmış ve Vilhelm'in büyüklüğü ile söze başlamıştı.
Kendi yanlışlarından bahsederek karşınızdakini öv¬mek, Kayzer'i bile dosta çevirirse, aynı hareket günlük hayatımızda neler yapmaz. Bilakis bu hareket, insan iliş¬kileri bakımından mucizeler yaratacaktır.
İnsanları üzmeden, kırmadan değiştirmek istiyorsanız, üçüncü kural:
Başkalarının hatalarını eleştirmeden önce, kendi ha-talarımızdan bahsetmeliyiz.
4. Kimse Emir Almaktan Hoşlanmaz
Amerikalı biyografi yazarlarından Miss İda Tarbell *£\ ile bir yemekte bulunmuştum. Kendisine bu kitabı yazdığımdan bahsettim. İkimiz de insanlarla iyi geçin¬mek konusunda konuşmaya başlamış, o da bana Owen Young'un biyografisini yazarken onunla aynı dairede üç sene çalışan birisiyle yaptığı görüşmeyi anlatmıştı. Yo¬ung'un kimseye emir vermediğini söylemişti. Yapılacak işi ricada bulunarak yaptırırdı. Kimseye "Şunu yap veya bunu yapma" demezdi. "Şu işi böyle yapsak daha iyi ol¬maz mı?" derdi. Veya bir mektubu dikte ettikten sonra sekreterinin bu konudaki düşüncelerini sorardı. Yardım¬cılarına bir şeyi yapmalarını söylemezdi; onların bunu yapmaları için fırsat tanıyıp kendi hatalarını kendilerinin bulmalarını sağlardı.
Bu teknik, insanların kendi hatalarını kendi elleriyle düzeltmelerine yardım eder, herkese bir değer verir. Ve kimsenin gururunu incitmemeye yardımcı olur.,
İnsanları kırmadan yanlış bir işi değiştirmenin dördüncü kuralı şudur:
Doğrudan doğruya emir vermek yerine, sorular sorarak isteklerinizi belirtiniz.
5. Karşınızdakilerin Gururunu Korumalarına Yardımcı Olun
Yıllar önce General Elektrik Şirketi, Charles Stevy Steinmetz'i müdürlükten uzaklaştırmak gibi çok önemli bir meseleyle karşı karşıyaydı. Steinmetz Elektrikle ilgilendiği zaman bir deha olduğunu göstermiş, ama muhasebe bölümünde bir işe yaramayacak halde ol¬duğu anlaşılmıştı. Kendisi son derece alıngan birisiydi. Şirket onu üzecek bir\hareketten çekiniyordu. Şirketin amacını gerçekleştirmek için bulduğu yol şuydu:
Steinmetz'e bir unvan vermek... Bu şekilde hareket edilmiş, ona: General Elektrik Şirketinin müşavir mü¬hendisi unvanı verilerek muhasebe bölümüne başka biri¬si tayin edilmişti. Steinmetz de, Şirketin memurları da memnundular. Çünkü Steinmetz'in gururu korunmuştu. Başkalarının gururunu korumak en önemli, en hayati meseledir. Bunu düşünmemek kadar büyük bir yanlış yoktur. İşçimizi veya hizmetçimizi değiştirirken bu kuralı aklımızda tutmalıyız. ' İşlerin çok olduğu bir dönemde fazla işçi alan bir şir¬ket işleri, azalmca bunları çıkarmak zorunda kalmış ve birgün geniş ölçüde güvensizlikle karşılaşmıştı. Müesse¬se işlerin arttığı dönemde aldığı işçiyi mevsim sonunda işten çıkarmadan önce şirketin ondan memnun olduğu¬nu, ilk fırsatta yine kendisinden faydalanacaklarını, yap¬tığı işten memnun olduklarını anlatıyor/ondan sonra iş¬ten çıkarıyordu. Bu şekilde davranmak durumu değiştir¬mişti. Çünkü işten çıkarılan her işçi tekrar aranacağına inanıyor ve tekrar davet edildiğinde seve seve geliyordu.
Büyük insanlar, şahsi başarılarından bahsederek vakit kaybetmeyecek kadar büyüktürler. Asırlarca devam eden düşmanlıktan sonra, Türkler düşmanlarını yurtlarından çıkarmak istediler. Mustafa Kemal, askerlerine hitaben "Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri" dedi ve bugünkü tarihin en müthiş savaşlarından birisi gerçekleşti. Türkler savaşı kazanmış ve yunan gene-ralleri Trikopis ile Dionis teslim olmak zorunda kalmışlardı. Bütün halk onları nefretle karşılarken Mustafa Kemal, düşmanlarına mağlubiyetlerini hatırlatmayacak şekilde karşıladı.
- Buyrun! Yorgun olmalısınız! demiş ve savaş hakkında konuştuktan sonra onlara:
"Savaş, öyle bir oyundur ki, hazan en kudretli insanları bile yıkar." demişti.
Mustafa Kemal, zaferin en zevkli dakikasında düşmanlarının gururunu koruyarak, bu kuralı düşünmüştü.
Beşinci kural şudur:
Karşınızdakinin gururunu koruyunuz.
6. İnsanlara Başarının Yolunu Göstermek
At terbiyecesi Pete Barlow hayatını sirk ve vodvillerde gezerek geçirmişti. Onun yeni nu¬maraları öğretmek için köpeklerine ders vermesini sey¬retmek ilginç bir manzaraydı. Köpek küçük bir başarı gösterse bile Pete onun sırtını okşar, sever, et verirdi. Bütün hayvan terbiyecileri yıllardır aynı tekniği kul-lanmaktadırlar. Çalıştırdığımız işçilere karşı aynı tekniği neden kullanmıyoruz. Neden onları azarlayacağımıza tatlı sözler söylemiyoruz. Küçük başarılarını bile övme-liyiz. Çünkü bu sayede onlara ilerlemeleri için teşvik et¬miş oluruz.
Yıllar önce Londra'da yaşayan bir genç yazar olmayı düşünmüştü. Ama herşey aleyhineydi. Okula ancak dört yıl gidebilmişti. Babası borcunu ödeyemediği için hapse atılmıştı. Farelerle dolu bir ortamda boya şişelerine eti¬ket yapıştırarak para kazanıyordu. Geceleri tavan arala¬rında yatıyordu. Yazı yazamayacak kadar mahrum oldu¬ğuna inanıyordu, ilk yazısını gecenin karanlığında kim¬senin onu göremeyeceğine inandığı bir zamanda posta kutusuna bırakmıştı. Yazdığı her hikaye reddediliyordu. Nihayet bir gün bir eseri kabul edildi. Gerçi kendisine para verilmemişti. Ama bir yayıncı onun bu yazısını ka¬bul etmişti. O kadar sevinmişti ki, gözlen yaşarmıştı.
Bir tek hikayesinin kabul edilmesi, bu gencin bütün hayatını değiştirdi. Bu takdiri kazanmamış olsaydı, bel¬ki de bütün hayatını iarelerle dolu bir ortamda geçire-cekti. Bu gencin ismini duymuş olmalısını/. Adı Charles Dickens idi. 1922'de bir genç Kaliforniya'da çalışıyordu ve pazar günleri kilise korosunda şarkı söyler, araş ıra evlenme tö¬renlerinde şarkı söyleyerek 5 dolar alırdı. Durumu çok kötüydü. Bağdaki bir kulübede oturuyor ve buraya ayda 12.5 dolar veriyordu. Kirayı veremediği için bağda çalı¬şarak kirayı ödemeye çalışıyordu. Hayattan ümidini kes¬mişti. Şarkıcılığı bırakıp bir şirket adına satıcılığa başla¬yacaktı. Tam bu sırada Rupert Hughes ile karşılaştı ve Hughes ona:
- Sende güzel bir ses var! New York'ta çalışmalısın, demişti.
Bu genç bu küçük takdirin hayatında bir dönüm nok¬tası olduğunu söyledi. Çünkü bu teşvik sayesinde kendi¬sini toparlamış, biraz borç para bularak Ne w York'a git¬mişti. Ondan bahsedildiğini duymuşsunuzdur. Adı Law-rence Tibbett. Konuştuğumuz insanların içlerindeki gizli hazineleri bulup ortaya çıkarmak, onlara ilham vermek her zaman mümkündür. Bu türlü davranış insanları değiştirmekle kalmaz, onların yeni insanlar olmalarını sağlar. Harward profesörlerinden William James diyor ki:
"Biz ancak uyku ile uyanıklık arasındayız. Fiziki ve fikri kaynaklarımızın pek azından yararlanıyoruz. Her insan hudutlarının çok gerisinde yaşıyor. Ve birçok kuv-vetini kullanmıyor." Bunun için başkalarını överek onların bu gizli kuv¬vetlerini kullanmalarını sağlamalıyız.
Başkalarını üzmeden değiştirmenin altıncı yolu şudur:
Her insanda gördüğünüz en küçük gelişmeyi takdir ediniz! Ve bunu samimi hır şekilde yapınız!
7. İnsanlara Önem Verin
Postlarımdan Bayan Ernest Gent bir gün hizmetçi tutmuş ve pazartesi günü işe başlamasını söyle¬miş, ayrıca onun daha önce çalıştığı yere telefon etmişti. Kızın hakkındaki bilgiler pek iyi değildi. Kız işe başla¬dıktan sonra Bayan Gent onu yanına çağırarak anlattı:
- Nelli! Senin önceden çalıştığın yerle konuştum. Se¬nin namuslu, dürüst birisi olduğunu, iyi yemek pişirdiği¬ni, çocuklara iyi baktığını anlattı. Ama temizliğe pek önem vermediğini ilave etti. Ben bu son ifadeye inanma¬dım. Çünkü sen üzerine temiz elbiseler giyen birisisin ve bütün evi de bu şekilde temiz tutacağına ve seninle anla¬şacağımıza inanıyorum.
Bayanın söyledikleri doğru çıktı, ikisi çok iyi anlaşı-yorlardı. Bayan Gent'in ona olan güvenini sarsmamak için çok iyi çalışıyor ve evi çok temiz tutuyordu. Baldwin lokomotif Fabrikalarının müdürü Samuel Wauclain şöyle diyor: "Bir insanın saygısını kazanırsa¬nız, onu kolaylıkla yönetebilirsiniz Ona bu özelliğinden dolayı saygı gösterdiğinizi hıssettirirsenız durum çok daha değişik olur."
Shakespeare: "Hiçbir özelliğiniz yoksa bile varmış gibi davranın' demişti. Karşınızdaki insana da geliştir¬mesini istediğiniz özelliklere sahip olduğunu hissettir¬mek iyi sonuçlar ortaya koyar.
"Maeterlinck ile geçen hayatım" isimli kitabında Ge-orgette Leblanc, kaba bir Belçikalı kızın nasıl değiştiği¬ni anlatıyor:
"Yemeklerimi yakındaki bir otelde çalışan hizmetçi bir kız getirirdi. Ona bulaşıkçı Mary diyorlardı. Çünkü işe bulaşık yıkayarak başlamıştı. Bir gün bana yine ye¬mek getirdiğinde kendisine dedim ki:
- Mary! Senin içinde ne hazineler gizli. Farkında mı¬sın? Heyecanını belli etmemeye çalışan Mary, bir an du¬rakladı. Sonra tabağı masanın üstüne bırakıp giderken:
- Madam söyledi, başkası söyleseydi inanmazdım.
Kendisinin çok kıymetli özelliklere sahip olduğuna inanan Mari kendisine çok dikkat etmeye başladı. Adeta sönmeye başlayan gençliği yeniden canlandı.
"İki ay sonra buradan ayrılıyordum. Ayrılmadan önce Mary'nin aşçının yeğeni ile evlenmek üzere olduğunu kendisinden öğrendim. Mary bana:
- Artık hanım oluyorum! dedi ve ekledi.
- Size çok teşekkür ederim!
Bir küçük cümle kızın bütün hayatını değiştirmişti.
Sing Sing hapishanesinin müdürü Lawes diyor ki: "Baştan çıkmış bir insanı yola getirmek için ona namus¬lu insan gibi davranmak gerekir. Onun bu şekilde oldu¬ğunu kabul ederseniz, bu şekilde davranmak onun o ka¬dar hoşuna gider ki bu davranışa karşılık vemek ister, bir başkasının gösterdiği güven ona gurur verir."
Demek ki, başkalarının hareketleri üzerinde etkili ol¬mak ve onları gücendirmeden etkilemek isterseniz
yedinci kural şudur:
İnsanlara sahip olmakla gurur duyacakları itibarı veriniz ve bunu yaşamalan için imkan hazırlayın.
8. İnsanları, Yanlışların Kolayca Düzeltilebileceğine inandırın
Kısa bir süre önce kırk yaşındaki bir arkadaşım ni-şanlanmış ve nişanlısı kendisinin dans dersleri
alması için ısrar etmişti. Yirmi sene önce biraz dans kursuna gitmişti. Yeni hocası ona:
- Siz herşeyden önce bütün bildiklerinizi unutunuz! Ve işe yeniden başlayınız! Yoksa başaramazsınız! demişti.
Bu söz dostumun bütün hevesini kırmıştı. Derse de¬vam etmemeye karar vermiş, başka bir hoca aramıştı. İkinci hocanın nasıl davrandığını şöyle anlatıyor:
- İkinci hocam belki de yalan söylemişti, ama bende istek uyandırmıştı. Artık bu şekilde dans edilmediğini, dansın esaslarını bildiğimden dolayı yeni dansları ko¬laylıkla öğrenebileceğimi söylemişti. Birinci hocam yan¬lışlarımı yüzüme vurarak isteğimi kırdığı halde ikincisi bunun tam tersini yapmış ve doğru yaptığım hareketleri takdir ederek yanlışlarımı azaltmamı sağladı. Bana "Hareketleriniz son derece iyi! Yaradılış itibarıyla dans etmeye müsait bir yapınız var." diyordu. İkinci hocam bana ümit vermiş ve dansı daha çabuk öğrenmemi sağ¬lamıştı.
Bir çocuğa, bir kadına, bir memura acemi beceriksiz birisi olduğunu, görevini yerine getirmediğini söyleyi¬niz. Onun bütün iştahını kırmış, neşesini kaçırmış olur¬sunuz. Bunun tam aksini yaparsanız, yapılacak işin kolay olduğunu gösterirseniz, teşvik ederseniz. Karşı¬nızdakine güvendiğinizi hissettirirseniz, onu güveninizi takviye ederek çalıştığını görürsünüz.
Lovvell Thomas'ın kullandığı yöntem de budur ve onun beşeri münasebetler konusunda çok başarılı oldu¬ğunu görürsünüz. Geçen hafta onunla bir briç partisine katılmıştım. Be¬ni briçe davet ettiler. Ama ben bu oyunu bir türlü bece-remiyordum.
- Niçin? dediler. Oyunda anlaşılmayacak bir şey yok. Mesele hafızada tutmak ve karar vermek işidir. Bir anda kendimi briç masasında buldum. Çünkü bu işi başarabi-leceğimi bana söylemişlerdi.
İnsanları üzmeden, kırmadan değiştirmek istiyorsanız sekizinci kural şudur:
İnsanları teşvik ediniz! Düzeltmek istediğiniz yanlışı kolaylıkla düzeltilebilecek bir şey gibi gösteriniz. Yaptırmak istediğiniz işi kolaylıkla yapılacak bir iş gibi gösteriniz.
9. Yaptırmak İstediğiniz İşi Karşınızdakine Sevdiriniz
1915 yılında Amerika dehşet içindeydi. Avrupa millet¬leri bir senedir birbirleriyle savaşıyorlardı. Acaba bu milletleri barıştırmaya imkan yok muydu? Wilson bunu denemeye karar verdi. Avrupa'ya bir barış elçisi gönder¬di. Bu elçi komutanlarla konuşarak barışın çaresini arayacaktı.
Dışişleri Bakanı William Jennings Bryan bu görevi kabul etmek istemişti. Bu şekilde büyük bir hizmet yap¬mış olacaktı. Ama Wilson bu iş için Miralay House'yi görevlendir¬di. House, Wilson'un bu kararını Bryan'a bildirecek, ama onun gururunu kırmadan bu haberi ona vermenin bir yolunu bulacaktı.
Miralay House diyor ki:
"Bryan bu haberden memnun kalmadı. Çünkü kendi¬si bu işi yapmak istiyordu. Bana bunun için planlar ha¬zırladığını anlatmıştı."
"Cumhurbaşkanı bu işin resmi bir şekilde yapılması¬nın doğru olmayacağına inanıyor. Sizin Avrupa'ya git¬meniz, bütün dikkatleri üzerinize çeker. Ve Avrupa ya gi¬diş sebebiniz büyük bir merak uyandırır.
House haberi çok yumuşak bir şekilde vermiş, Bryan'a kendisi için bu işin çok önemli olduğunu söyle¬miş ve Bryan tatmin olmuştu. Yapmasını istediğiniz bir işi başkasına sevdirerek yaptırınız! Fakat Wilson bu taktiği her zaman kullanmadı. Kul-lanmış olsaydı tarihin akışı bambaşka olurdu. Meselâ Amerika'nın Milletler Cemiyeti'ne girmesini sağlamak¬la Senatonun ve Cumhuriyetçilerin tepkisini çekmişti. Cemiyet fikrinin kendisinin fikri olduğu kadar onların da fikri olduğunu kabul etmedi. Amerika'nın cemiyet dı¬şında kalmasına sebep oldu ve dünya tarihini değiştirdi. Amerika'nın en büyük yayınevlerinden birisinin sahibi olan Doubleday Pağe: "Başkalarına yaptıracağınız işi sevdirerek yaptırınız" kuralına en fazla uyanlardan biri¬siydi. Bu yüzden meşhur yazar O Henry diyor ki: "Page benim hikayelerimden birisini reddetse bunu o kadar ki¬bar yapardı ki, başkası tarafından bu hikayenin mutlaka kabul edileceğine sizi inandırırdı. Siz de eserin onun ta¬rafından reddedilmiş olmasına adeta memnun olurdu¬nuz!"
New York'un en büyük matbaalarından birisinin sahibi olan J. A. Want, bir gün bir işçisinin hareketini onu üz¬meden değiştirmek istemişti. İşçinin görevi makinalann gece gündüz ahenkli bir şekilde çalışmasını sağlamaktı. İşçi çalışma saatlerinin çok olduğundan -kendisine yar¬dımcı verilmemesinden şikayet ederdi. J.A. Want, ona yardımcı vermedi, iş saatlerini azaltmadı. Ama onu mut¬lu etti. Nasıl? Önce, işçiye özel bir oda verdi, ismini de kapısına yazdırdı. Servis Departman Müdürü. Artık herkesten emir alan bir tamirci değildi, bir de¬partman yöneticisiydi. Bir daha şikayet etmedi ve işini severek çalıştı. Çocukça mı diyorsunuz? Olabilir. Ama Napolyon da Lejyon D'nör nişanını bularak beşyüz askerine dağıttığı, onsekiz generalini Mareşal yaptığı ve birliklerine "Bü¬yük Ordu" unvanını verdiğinde ona böyle demişlerdi. Orduya oyuncaklar dağıtıyor diye eleştirildiği zaman Napolyon, "insanlar oyuncaklarla idare edilirler" ce¬vabını vermişti. Bu unvanı ve yetkiyi verme tekniği sa¬yesinde Napolyon başarılı olduysa siz neden aynı sonuç¬ları elde edemeyesiniz. Bayan Gent çimlerinin çocuklar tarafından çiğnen-mesinden rahatsızlık duyuyordu. Çocukları uyardı ama bir başarı sağlayamadı. Nihayet çocukların içlerinden en yaramazlarından birisini kendisine dedektif yaptı ve onu çayırını korumakla görevlendirdi. Mesele hallolmuştu. Dedektif, evin arkasında bir ateş yakmış, ateşin içinde birkaç demir ısıtmış ve çayıra ayak basanları kızgın de¬mirle yakacağını söylemişti.
İnsan tabiatı böyledir. İnsanları darıltmadan değiştirmek isterseniz, dokuzuncu kural şudur:
Yaptırmak istediğiniz işi, karşınızdakine sevdirerek yaptırınız.
İNSANLARI ÜZMEDEN DEĞİŞTİRMENİN DOKUZ
KURALI
ı
1- İnsanları övmekle ve
samimi bir takdirle işe başlayınız!
2-
Karşınızdakine yanlışını dolaylı olarak anlatın.
3- Karşınızdakini eleştirmeden önce
kendi hatalarınız-, dan bahsedin.
4-
Emir vermek yerine sorular sorun.
5- Karşınızdakinin
gururunu koruması için ona yardımcı olun.
6- Küçük de olsa gösterilen bir başarıyı samimi
bir şekilde övün.
7-
İnsanlara muhtaç oldukları kıymeti verin.
8- Teşvik edin ve
yanlışların kolayca düzeltilebileceğini gösterin.
9-
Yaptıracağınız işleri sevdirerek yaptırınız!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder