Yaz mevsiminde
Maine'de balık tutmaya giderim. Kremalı çilek yemekten büyük bir zevk alırım. Balıklarsa,
kurt ve solucanları tercih ediyorlar. Onun için balığa çıktığımda balıkların ne
istediğini bilirim ve oltanın ucuna kremalı çilek koymam, onun yerine kurt ve solucan
koyarım ve oltamı denize atarak balıklara "bundan hoşlanır mısınız?"
derim. İnsanları etkilemek için neden bu yolu denemeyelim?
Lyod George böyle
hareket etmişti.
Wilson, Orlando,
Clemenceau savaştan sonra hemen unutulmalarına rağmen Lyod George'nin
iktidarda kalabilmesinin sebebi kendisine sorulmuş o da iktidarda kalışını mutlaka bir
sebebe bağlamak gerekiyorsa, oltanın ucuna balığın hoşuna gidecek yem
koymasını bildiğini söylemişti.Ne istediğinizi düşünmeniz şüphesiz gereklidir. Ama hiç kimse sizin ne istediğinizi düşünmez. Herkes sizin gibidir. Yalnız kendi isteklerini düşünürler. İnsanları etkilemenin tek yolu onların istekleriyle ilgilenmek ve onların isteklerini yerine getirmektir.
Meselâ oğlunuzun
sigara içmesini istemiyorsanız, ona nasihat ederek işe başlamayınız, ona
kendi iste'ğinizi yüklemek istediğinizi göstermeyiniz. Mesela onun
ilgilendiği bir sporla söze başlayarak sigara içen insanların bu sporda başarısızlığa
uğradıklarını anlatınız.
Fakat bu kuralı
sadece çocuklarınızla meşgul olduğunuzda değil hayatın her aşamasında
hatırlarsanız çok iyi olur. Mesela Emerson ile oğlu buzağılarını ahıra koymak istemişler, onlar da
herkes gibi yalnız kendi isteklerini düşünmüşler. Emerson buzağıyı çekiyor, oğlu
da itiyordu. Buzağı ise çayın bırakıp gitmek istemediği için direniyordu. Fakat evin
hizmetçisi durumu hemen anladı. Gerçi hizmetçi, Emerson gibi kitaplar,
makaleler yaza-mıyordu. Ama hayvancılığı ondan daha iyi biliyordu. Hizmetçi buzağının
ne istediğini düşünmüş, onu önce okşamış, sonra parmağını bir meme gibi ağzına
vermiş, emzirerek
yavaş yavaş ahıra götürmüştür.
Sizin doğduğunuz
günden bu tarafa yaptığınız her hareket, bir şey istemenizden kaynaklanır.
Kızılhaç'a yüz dolar verdiğiniz zaman bu hareketiniz bir isteğinize karşılıktır. Bu his,
sizde yüz dolardan daha kuvvetli olmasaydı, bu yardımı yapmazdınız.
Profesör Harry
Overstreet bir eserinde der ki:
"Arzu ve
istekler davranışlarımızın kaynağını oluştururlar. İş, ev, okul
vb. alanlarda en fazla önem verilecek hareket, başkasında kuvvetli bir istek uyandırmaktır. Kim bunu başarırsa bütün dünyayı kendisiyle
beraber bulur. Başaramayansa
yapayalnız kalır...
Fakir bir İskoçyalı
çocuk olarak hayata atılan, ekmek parası kazanmaya çalışan, fakat sonra 365
milyon doların sahibi olan Andree Carnegie hayatının başında başkalarının
isteklerini anlayarak insanların üzerinde tesir etmek gerektiğini kavramıştı. Gerçi
Camegie hayatında yalnız dört yıl okula gitmişti, ama bu durum onun insanları idare etmeyi
öğrenmesini engellememiştir.
Carnegie'nin
hayatından bir örnek verelim:
Carnegie'nin baldızı
çocuklarını çok seven bir kadındı. Çocuklarının ikisi de Yale
Üniversitesinde okumaktaydı. Kendi işleri o kadar yoğundu ki eve mektup yazmıyorlardı.
Bunun üzerine
Carnegie çocuklara birer mektup yazacağını ve ilk posta ile cevap alacağını
söyledi. Ve çocuklara mektup yazdıktan sonra onlara beşer dolar gönderdiğini de ekledi.
Fakat havale kâğıdını göndermedi. Çocuklar hemen mektuba cevap yazdılar ve
eniştelerinin kendilerini hatırlamasından memnun olduklarını yazdıktan sonra beş doların
kendilerine ulaşmadığını hatırlattılar.
Siz de birgün birisine
birşey yaptırmak isteyeceksiniz. Ama bunu istemeden önce bir an durup düşünün ve
kendi kendinize sorun: "Bu insanın bu işi yapmayı istemesini nasıl
sağlayabilirim?" Bu şekilde hareket
etmek bizi, başkalarının arzularımız hakkında uzun uzadıya konuşmalarını
engeller. Ben Newyork'un
otellerinden birinin dans salonunu, her mevsim başında, konferans vermek için
yirmi gece için kiralıyordum. Bir gün mevsim
başında, biletleri bastırıp dağıttıktan, ilanları yapıştırdıktan sonra kiranın üç
katına çıkarıldığını bildirdiler.
Fazla kira vermek
istemiyordum. Ama otel sahibine bu isteğimden bahsedemezdim. Çünkü o ancak
kendi isteği
ile meşguldü. İki gün sonra otelin müdür ile görüşmeye gittim ve durumu
anlattım:
"Mektubunuz beni
bir hayli üzdü. Ama sizi kesinlikle eleştirmiyorum. Ben de sizin yerinizde
olsaydım aynı şekilde hareket ederdim. Göreviniz, mümkün olan kazancı sağlamaktır. Yoksa
görevinizi yapmamış olursunuz, ama bir kâğıt alalım ve bu nedenle elde edeceğiniz
istifadelerle zararları yazalım."
Sonra bir kâğıt
parçası aldım ve ortasına bir çizgi çizerek bir tarafına kazanç, diğer tarafına
zarar kelimelerini yazdım. Ve her şeyden önce kazanç hanesine: "Salon serbest
kalacak" kelimelerini yazdım.
"Salonu bana
vermemekle onu boş bırakmış olacaksınız ve balo vermek isteyenlere
kiralayacaksınız. Bu sizin hesabınıza bir kardır. Çünkü balo vermek isteyenler,
benim
gibi konferans vermek için salonu kiralayanlardan fazla ücret öderler.
O halde salonu bu sırada benim tutmam, belki sizin menfaatinize olmayabilir.
Sizin istediğiniz
kirayı veremem; bunun için başka bir yer bulmak zorunda kalacağım. Oysa benim
konferanslarım, buraya güzide insanları çekiyordu. Bu da sizin hesabınıza bir
reklâm sayılır. Siz senede 5000 dolar harcayarak gazetelere reklâm verdiğiniz halde
bu kadar insana
otelinizi tanıtamıyorsunuz. Bu da otel için değerli bir
hizmettir."
Bir taraftan bunları
anlatırken, kağıda da yazmayı ihmal etmiyordum. Nihayet sözlerimi
bitirdim:
"Durumu anlatmış
bulunuyorum. Bunları düşünüp bana kararınızı bildirmenizi rica ederim...
Ertesi gün aldığım
mektupta kiranın yüzde üçyüz değil, yüzde elli artırıldığı bildiriliyordu.
Bu sonucu ne
istediğim hakkında bir şey söylemeden elde ettiğimi görürsünüz. Devamlı
karşımdakinin ne istediğini, onu nasıl gerçekleştireceğini gözönünde bulundurdum.
Eğer ben bu şekilde
hareket etmeyerek kiranın arttırılmasına ait olan mektubu alır almaz
sinirlenip derhal otel müdürüne koşarak:
- Biletler
dağıtıldı, gazetelere ilanlar verildi, siz nasıl kirayı arttırmaya kalkıyorsunuz, bu
sizin yaptığınız, ayıptır!
Deseydim sonuç ne
olurdu? Bu yüzden tartışacaktık ve birbirimize düşman olacaktık. Ben haklı
çıksam bile onun gururunu kıracaktım ve bu yüzden haksızlığını kabul etmeyecekti.
Bunu Henry Ford'un şu
sözleri çok iyi anlatır: "Başarının tek sırrı karşınızdakinin görüş
açısını kavramak ve olayları onun gözüyle görebilmektir."
Bu sözü devamlı
tekrar etmek gerekir.
Gerçi bu çok basittir
ama yeryüzünde yaşayan insanların yüzdedoksanı bunu ihmal ederler.
Örnek mi
istiyorsunuz? Yarın alacağınız mektupları okuyun. Çoğunun bu kuralı ihlal ettiklerini
göreceksiniz!
Günümüzde satıcılar
bütün gün dolaşıyorlar, yorgun düşüyorlar ve başarılı olamıyorlar. Çünkü hep kendi isteklerini
düşünüyorlar. Anlamadıkları nokta ise, sizin ve benim anlamak istemediğimiz
şeydir. İstersek gider alırız. Ama siz de ben de meselelerimizi halletmekle
meşgulüz.
Bir satıcı, malından nasıl faydalanacağımızı bize gösterirse bize bir
şey satmasına gerek kalmaz. Çünkü biz onu
satın almak için koşarak gideriz. Bir alıcı kendi sine
bir şeyin satılmasından değil, bir şeyi satın almak tan hoşlanır. Satıcıların
çoğu müşterilerinin isteğine önem verme den
devamlı satmak isterler.
Forest Kilis'te
oturuyorum. Bir gün istasyona gidiyordum. Yolda, semtin en eski
emlakçılarından birine rastladım. Ve kendisine, oturduğum evin demir çubuk ile mi, yoksa delikli
tuğlayla mı yapıldığını sordum. Bilmediğini, bunu Hills bahçeler birliğinden
öğrenebileceğimi söyledi. Ertesi gün aynı kişiden bir mektup aldım. Bana merak ettiğim
noktayı mı bildirdi sanıyorsunuz? Hayır, bana dün söylediği sözleri tekrar ediyor ve sigorta
işini ona
vermemi istiyordu. Halbuki sorduğum sorunun cevabı bir dakikalık telefon görüşmesi
ile öğrenilebilirdi. Bu adam beni değil, yalnız kendini düşünmekteydi.
İşadamlarının çoğu
aynı hatâya düşerler. Yıllarca önce, Filâdelfiyada bir kulak burun boğaz
mütehasısına gitmiştim. Beni muayene etmeden önce ne iş yaptığımı sordu. Ve bu şekilde
ne kadar para kazandığımı anlayarak benden fazla para almak isteyecekti.
Neticede o bir şey alamadı. Çünkü kendimi ona tedavi ettirmedim.
Dünyada bu türlü insanlar
çoktur. Ve bunlar yalnız kendilerini düşünürler, yalnız kendilerini
tatmin etmek isterler. Bu yüzden başkalarına hizmet etmeyi düşünen kimseler çok
büyük başarılar kazanırlar. Çünkü çok az rakip bulurlar.
Ovven Young diyor
ki:
"Kendisini başka
birisinin yerine koyahilen ve aklının nasıl çalıştığını anlayan bir kimse,
istikbalin kendisi için ne sakladığını merak etmekten uzak kalır."
Şayet siz bu eseri,
okuyarak, bir şey öğrenirseniz, yani başkalarının ne düşündüğünü
anlayabilirseniz bu kitap hayatınızda bir dönüm noktası olur. Mesela birgün
"etkili söz söylemek" konusu üzerine bir konferans vermiştim.
Dinleyicilerim, havalandırma işiyle uğraşan bir şirkette yeni çalışmaya başlayacak olan gençlerdi.
Bunlardan birisi arkadaşlarını basketbol oynamaya teşvik edecekti. Söze başlayınca
dedi ki:
- Bahçeye çıkıp basketbol oynamak
istiyorum. Bu oyunu çok severim. Ama geçen
gün jimnastik salonuna gittiğimde
oynayacak arkadaş bulamadım. Yarın gelmenizi isterim. Basketbol çok hoşuma gidiyor...
Sizin ne
istediğinizden hiç bahsetti mi? Kimsenin ayak atmadığı jimnastik salonuna tabii siz de
gitmezsiniz.
Onun hoşuna giden şey tabiki sizi ilgilendirmez. Siz de gözünüze top
yemek istemezsiniz. Arkadaşlarına basketbolün çok hoşuna gittiğini söyleyeceğine,
bu oyunla neler
kazanacaklarını anlatsaydı teklifi belki de olumlu karşılanırdı.
Profesör Overstreet'in söylediği gibi: "Önce
karşımızdaki kimsenin isteğini
uyandırınız. Çünkü bunu yapan kimse
bütün dünyayı kendisiyle beraber bulur. Yap-mayansa yapayalnız kalır."
Kursumuza devam eden
bir öğrenci çocuğunun yemek yemediğinden şikayet ediyordu.
Annesi babası,
çocuğu yemek yemeye zorluyor ve azarlıyorlar, babası onun büyük adam
olacağını söylüyordu ama çocuk bütün bunlara aldırmıyordu.
Hiçkimse, üç
yaşındaki bir çocuğun, otuz yaşında bir insan gibi düşüneceğini sanmaz. Halbuki
baba, oğlundan bunu bekliyordu.
46 dost kazanma ve insanları etkileme sanatı
Bir gün baba olayı
kavradı. Çocuğun istediği neydi, ve kendi isteğini bir kenara bırakıp çocuğun
ne istediğini bulmaya çalıştı.
Babanın bu şekilde
düşünmeye başlaması bir başarıydı. Ama iş kolay değildi ve bir parça
eleştiriye muhtaçtı. Bu çocuğun üç tekerlekli bir bisikleti vardı ve
bisiklete binmek
çocuğun en büyük zevkiydi. Fakat komşularının bir çocuğu vardı. Ve bu çocuk
bisikleti alıyor, onu bütün zevkinden mahrum ediyordu.
Çocuk bisikleti
alınınca ağlıyor, annesi bisikleti geri alıyor, çocuğu tekrar bindiriyordu. Olay
hemen her gün tekrarlanıyordu.
Çocuğun istediği neydi?
Bu soruya cevap
verebilmek için Şarlok Holmes'in zekasına ihtiyaç yoktu. Çocuğun gururu,
önemli birisi olma arzusu onu intikam almaya ve tehlikeyi uzaklaştırmaya sevkediyordu.
Şimdi babası ona, yemek yediği takdirde bir gün bu tehlikeyi kolaylıkla uzaklaştıracağını söylerse, mesele
kalmayacaktı.
Çocuk önüne koyulan
her yemeği yer, kuvvetlenmeye çalışırdı.
Baba bu şekilde
hareket ederek bu meseleyi hallettikten sonra ikinci bir mesele ile karşılaştı.
Çocuk geceleri
yatağını ıslatıyordu.
Büyük annesiyle yatıyor, büyük annesi her
sabah uyandığında yatağı göı'ünce kızıyor:
- Dün yaptığını bugün de yapmışsın diyordu. Fakat çocuk itiraz
ediyordu:
- Ben yapmadım! Sen yaptın! diyordu.
Azarlamak ve mahcup
etmek çocuğun yatağını ıslatmasını engelemedi. Anne baba çocuğu acaba bu
huydan nasıl
vazgeçirebiliriz diye düşündüler. Çocuğun arzusu neydi? Önce büyük annesi gibi
entari değil, babası gibi pijama giymek istiyordu ve ayrı bir karyolada
yatmak istiyordu. Büyükannesi geceleri yaramazlık yapmamasının karşılığında
pijamayı almıştı.
Daha sonra annesi
çocuğu bir mağazaya götürdü. Tezgahtar kızlara bakarak:
- Şu küçük
centilmen alış veriş yapacak dedi.
Annesinin önceden
beğendiği ve kızlara işaret ettiği bir karyolayı çocuğa gösterdiler.
Onlar da çocuğu bu
karyolayı almaya razı ettiler. Ertesi gün karyola eve gönderildi. Akşamleyin
babası eve geldiğinde, çocuk kapıya koşarak:
- Babacığın yukarıya
geliniz de aldığım karyolayı görünüz diye bağırdı
Babası karyolaya
bakarken çocuğa sordu:
- Bu yatağı da
ıslatacak mısın?
- Asla!
Çocuk sözünü tuttu.
Çünkü bu yatak kendi yatağıydı. Ve yatağı kendisi satın almıştı. Ve ayrıca
kendisi büyük adam gibi pijama giyiyordu. Artık büyük bir adam gibi hareket etmesi
lazımdı. Nitekim de öyle yapmıştı.
Willliam Winter: "insan
doğasının en önemli ihtiyacı, kendisini tanıması ve ifade
etmesidir" demiştir.
Parlak bir
düşüncemiz olduğu zaman neden başkasının onu benimseyerek istediği gibi yoğurmasına
müsaade
etmeyelim.
Önce karşımızdakinin
isteğini anlamak ve onda şiddetli bir istek uyandırmak gerekir?"
'' l f
"Bunu yapmayı
başarırsak herkes bizimle beraber
olur. Yoksa hayatta yapayalnız kalırsınız."
olur. Yoksa hayatta yapayalnız kalırsınız."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder