Gözkapakların
ağırlaşıyor...
ağırlaşıyor...
ağırlaşıyor...
Hipnoz altındaki kişilerin kendi ismini unuttuğu,
her şeyi siyah beyaz gördüğü, çocukluğuna geri döndüğü iddiaları bilimsel
çevrelerde kuşkuyla karşılanıyor. Şimdi bilim adamları hipnoz durumunun ne
kadarının gerçek, ne kadarının öykünme olduğunu araştırıyor.
Yıl 1970.
Yer İngiltere'nin kuzeyinde bir televizyon stüdyosu. Amerikalı ünlü sihirbaz
''Muhteşem Kreskin'', namı diğer George Kresge , 22 yaşındaki bir öğrenciyi
sahnede uyutmaya çalışıyor.
Kresge önce
herkesin bildiği nakarata başlıyor.''Şimdi dikkatle beni dinle. Gözkapakların
ağırlaşıyor...ağırlaşıyor...'' Gönüllü istenilen kıvama gelince sıra telkinlere
geliyor. Hipnoz altındaki gönüllü bir süre sonra sanki elleri arkasından bağlıymış
gibi sandalyesinden yuvarlanıyor. Salondakiler gencin dünyadan tuhaf bir
şekilde koptuğunu ve trans haline geçtiğini söylüyor.
Aradan 28
yıl geçiyor. Graham Wagstaff adındaki bu öğrenci Liverpool Üniversitesi'nde
psikoloji eğitimini tamamladıktan sonra uzmanlık dalı olarak hipnozu seçiyor.
Wagstaff bugün hipnoz konusunda dünyanın en yetkin isimlerinden biri.
Wagstaff,
yaklaşık 20 yıldır hipnozun günlük yaşamda sıkça görülen etkilenme ve telkin
altında kalabilme yeteneği olduğunu savunuyor. Etkilenmenin dozu yetkili bir
kişinin ikna yeteneğine ve etkilenen kişinin hayal gücüne bağlı olarak
değişiyor. Sahnede olduğu gibi hipnoz kliniklerinde de benzer olaylar
yaşanıyor. Hipnotizmacının bir iki sözü üzerine hipnoz altındaki kişi renk körü
olduğunu, kollarını kıpırdatamadığını veya 5 yaşına döndüğünü ifade ediyor.
Katı nesneler görünmez oabiliyor veya koyu renk mürekkep ile yazılmış okunaklı
yazılar okunamaz hale geliyor. Ve hipnoz altındaki kişi adı dahil pek çok şeyi
unuttuğunu iddia ediyor. Wagstaff'a göre ''Bütün bunlar deneğin rol yapma
yeteneğine bağlı düzmece davranışlar. Ayrıca bu tuhaflıkları trans haline geçme
gibi egzotik göndermelerle açıklamaya çalışmak gereksiz.''
Resmi Teori
Ne var ki
hipnoz konusunda herkes Wagstaff gibi düşünmüyor. '' Resmi teorisyenler olarak
tanınan bir grup hipnoza yürekten inanıyor. Bunlara göre hipnoz, trans olarak
adlandırılabilecek yoğun konsantrasyon durumuna yol açabiliyor. Trans durumunda
insanlar beyinlerini alışılmışın dışında kullanabiliyor; kontrollu bir şekilde
halüsinasyon görüyor ve acı gibi duygulardan kendini arındırabiliyor. Bu görüşü
destekleyen akademisyen ve araştırmacılar hipnoza inanmayan grubu ikna
edebilmek için yıllardır çaba harcıyor.
Hipnozun bir öykünme ve sıradan bir telkin altında
kalabilme yeteneği olduğu savına şiddetle karşı çıkanların başında Stanford
Üniversitesi nöropsikoloji bilimdalı öğretim üyesi David Spiegel geliyor. Resmi
teorisyenlerin en büyük amacı, hipnozun ''karanlık bir odada sarkaç gibi
sallandırılan bir cep saati yardımıyla adam uyutma yöntemi'' olarak
algılanmasına son vermek. Son yıllarda hipnoz konusunda yapılan deneylerde,
ileri teknoloji ürünü tıbbi cihazlardan yararlanılıyor. Hipnoz altındaki
deneklerin beyin faaliyetleri beyin tarayıcıları veya kafatasına bağlı
elektrotlar ile izleniyor ve ölçülüyor.
Spiegel ve
çalışma arkadaşlarının Harvard Üniversitesi'nden görüntü uzmanları ile birlikte
sürdürdüğü çalışmalarda, pozitron emisyon tomografisi (PET tarama) yardımıyla
hipnoza bağlı olarak ortaya çıkan kan dolaşımı değişiklikleri saptandı. ''Bu
değişiklikler bizi heyecanlandırıyor'' diye konuşan Harvard'lı görüntü uzmanı
William Thomson, ''Ancak bu sonuçların ne anlama geldiğini anlamak için önce
tüm verilerin incelenmesi gerekiyor'' diyor.
Kral çıplak mı değil mi?
Hipnoz
uzmanlarının, görüşleri ne olursa olsun, üzerinde anlaştıkları tek bir nokta
var: Herkes hipnotize edilemez ve hipnotize edilebilenlerin de ancak beşte biri
hipnoza duyarlıdır. İşte bilim adamları bu özel kişilerde gözledikleri hipnoz
durumunun gerçek mi yoksa düzmece mi olduğunu araştırıyor.
Harvard
ekibinin yürüttüğü bir araştırmada, hipnotize edilen denekler PET'e bağlandı ve
bilgisayar ekranındaki görüntüleri renk açısından değerlendirmeleri istendi.
Bilim adamlarının amacı, iddia edildiği gibi hipnoz altındaki kişilerin renk
körü olup olmadıklarını araştırmaktı.
Araştırma
sonuçlarından çıkartılan ön bilgilere göre, renk körü olduklarını iddia eden
gruptakilerin beyinlerinde, korteks tabakasının üzerindeki renk merkezinde, kan
dolaşımında gözle görülür değişiklikler meydana geldi. Spiegel bu sonuçtan
hareketle, renkleri olduğu gibi algıladığı halde, her şeyi siyah beyaz
gördüğünü iddia eden bir kişinin beyninde bu değişikliklerin meydana gelmesinin
olanaksız olduğuna dikkat çekiyor.
Teknik, Algıyı Değiştiriyor
Benzer bir çalışma Kanada'da Montreal
Üniversitesi'nde yapıldı. Pierre Rainville , Catherine Busnell ve çalışma
arkadaşlarının gerçekleştirdiği çalışmada, PET yardımıyla hipnoz ile ağrı
kontrolu arasındaki ilişki araştırıldı. Sonuçları geçen yıl Science dergisinde
yayınlanan araştırma hipnoza duyarlı 8 kişi üzerinde yürütüldü. Hipnoz
altındaki gönüllülerden, can yakacak kadar sıcak bir suya ellerini daldırmaları
istendi. Daha sonra deneklere, suyun olduğundan daha sıcak ya da daha soğuk
olduğu yolunda telkinlerde bulunuldu.
Tüm denekler hipnotizmacının telkinleri ile aynı
doğrultuda algılarının gerçekten değiştiğini ifade ettiler. PET taramalarını
değerlerdiren araştırmacılar, deneklerin rol yapmalarının mümkün olmadığını,
çünkü beynin anterior cingulate adı verilen kısmında önemli değişikliklerin
meydana geldiğini kaydettiler. Hipnotizmacının su sıcaklığının acı verecek
dereceye çıktığını söylemesi, söz konusu bölgedeki kan dolaşımını
hızlandırıyordu.
Anterior cingulate'ın başlıca görevlerinden biri beynin
algılama ve düşünmeye bağlı olarak ürettiği duygusal kayıtların dozunu
ayarlamaktır. Bilim adamları hipnoz altındaki kişilerin anterior cingulate
bölgelerindeki kan dolaşımındaki değişikliklerin PET taramalarında açıkça görüldüğünü
belirttiler.
Gerçeği Algılama
Beyin görüntüleme teknikleri, hipnoz altındaki
kişilerin gerçeği yansıtıp yansıtmadıklarını ortaya çıkartan tek yöntem değil.
Hipnotize edilmeleri mümkün olmayan kişilerin hipnoz altındaymış gib i düzmece
davranışlar sergilediklerini ortaya çıkartan Connecticut Üniversitesi'nden
Irving Kirsch ve arkadaşları, ''gerçek'' ile ''simülatör'' arasındaki farkı
ortaya çıkartan bir yöntem geliştirdiler. Deneyde, bir hipnotizmacının teybe
alınan sesi deneklere iki kez dinletildi. İlkinde denek, teypteki sesi
araştırmacıyla beraber dinlerken, ikincisinde yalnız bırakıldı. Bu iki süreç de
gizlice filme alındı.
Simülatörler, araştırmacı ile birlikte iken
hipnotizmacının buyruklarına normalin üzerinde bir uyum gösterirken, yalnız
olduklarını sandıkları durumda buyrukları ''geçiştirdiler.'' Oysa gerçek hipnoz
altındakilerin tepkisi iki durumda da birbirinin aynısı idi. Deneyin sonucunda
film çekimlerini inceleyen Kirsch, hipnoz altındaki kişilerin, hipnoz
altındaymış görüntüsü verenlerden kolayca ayrıldığını ileri sürüyor.
Ne var ki
bazı kişilerin gerçekten hipnotize edilebileceğini kabul etmek, trans durumunu
kabul etmekle aynı şey değil. Gerçek hipnotik durum ile trans durumu arasında
fark olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusu. Kirsch ve ekibi arada bir fark
olmadığını söylerken, resmi teorisyenler fark olduğunu ileri sürüyor. Bu iki
grubun uyuşamadığı en önemli konu trans durumunun tanımı.
Bilim
adamları transın tanımında zorlanıyor. Pek çoğu hipnoz sırasında beynin ''içine
döndüğü''nü ve dış dünya ile tüm bağlantıların koptuğunu ileri sürüyor. Beyin
bu durumda hayal ürünü olan nesneleri gerçek olarak algılıyabiliyor. Rainville
trans hakkında şunları söylüyor:''Bilinç, hipnoz sırasında dış dünyaya ilişkin
duyguların denetiminden çıkarak tümüyle telkinlerin güdümü altına girer.''
Londra
Imperial College Scholl'un Tıp Fakültesi'nden nöropsikolog John Gruzelier ve
çalışma arkadaşları elektrotlar ve psikolojik testler yardımıyla trans durumuna
açıklık getirmeye çalışıyor. Gruzelier'in elde ettiği sonuçlar zihinsel
odaklamanın önemini doğruluyor. Hipnoz seansının başında nakarat bölümünde,
insanların kendilerini dış dünyadan soyutlayıp, tümüyle hipnotizmacının sesine
kilitlenmeleri gerekiyor. Kolay ipnotize olan insanlar, kendilerini şartlayarak
rahatsız edici sesleri duymayabiliyorlar.
Hepsi yanılgı mı?
Anc ak
Gruzelier için bu yeterli değil. Aynı zamanda insanların kendilerini rahat
bırakabilme yeteneğine da sahip olmaları gerekiyor. Gruzelier'e göre
hipnotizmacı yorgunluk ve ağır gözkapaklarından söz etmeye başlar başlamaz
denek frontal loptaki devreleri gevşetebilmeli. Gruzelier'in çalışmaları bir
başka gerçeği daha su yüzüne çıkartıyor. Hipnoz, frontal loptaki sözel yetenek
merkezini de bozuyor.
Başta Wagstaff olmak üzere hipnoza inanmayanlar
bütün bu değerlendirmeleri yanılgı olarak görüp, tüm iddiaları
çürütebileceklerini söylüyor. Wagstaff'a göre beyin taramalarında gözlenen
farklılıklar, trans durumundan değil, yoğun konsantrasyon ve gevşemeye bağlı
sıradan zihinsel ve fiziksel değişikliklerden kaynaklanıyor.
Bu durumda
kralın gerçekten çıplak olup olmadığı konusunda kimse kesin bir yargıya
varamıyor. 1840'da hipnoz sözcüğünün icadından bu yana tartışmaların ardı
arkasının kesilmemesi bunun an açık kanıtı. Görüntüleme teknikleri ve kafatası
kayıtları da bu düğümü çözmeye yetmiyor, çünkü görüntüler de doğruyu
yansıtmayabiliyor. Bu cihazlardan alınan görüntüler yalnızca kan dolaşımını ve
elektriksel faaliyetleri gösterirken, insanların ne düşündüğü konusunda en ufak
bir ipucu vermiyor.
Kısaca,
beynin günlük bilinci bile nasıl ürettiği bilinemezken, hipnoz konusunda bilim
adamlarının bugünlerde görüş birliğine varacaklarını ummak aşırı iyimserlik
olur.
Reyhan Oksay
New Scientist 4 Temmuz 1998
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder