Beyin göçü ne anlama geliyor? Zekâ
nasıl tanımlanıyor?
Zekâ,
IQ testlerinden elde edilen bir puanın ötesinde bir kavram; ancak zekanın ne
anlama geldiği, ne kadarının ölçülebildiği konusunda henüz bir görüş birliği
sağlanmış değil. Ayrıca nörobiyoloji, genetik, etoloji (hayvan davranışları
bilimi) ve elektronik mühendisliği gibi bilim dalları zekâyı tüm yönleriyle
açıklamakta yetersiz kalıyor.
Bugün
zekâ hala IQ testleriyle ölçülülebiliyor. Bu testler eskisine oranla daha az
kullanılmakla birlikte hala tek ölçüt olma özelliğini koruyor.
Testler
başlıca iki şekilde karşımıza çıkıyor: Stanford-Binet Intelligence Scale (SBIS)
ve Wechsler Intelligence Scales. Bu ikisinin de çocuklar için ayrı, büyükler
için ayrı iki versiyonu bulunuyor. Çoğunlukla psikologlar tarafından uygulanan
bu testler, değişen koşullara göre farklılık gösteriyor. Scholastic Assessment
Test (SAT) ve Graduate Record Exam (GRE) gibi diğer standart testler de temelde
IQ testlerinden yararlanarak hazırlanıyor.
Bu
standart testlerin kişinin okul ve iş yaşamındaki başarılarına yol açan
unsurları ölçmekte yetersiz kaldığına dikkat çeken Yale Üniversitesi'nden
psikoloji profesörü Robert J. Stern , ''Zekâ Testleri Ne Kadar Akıllı'' başlığı
altında derlediği yazısında, geleneksel zeka testlerinin analitik ve sözel
yetenekleri doğru olarak değerlendirdiğini, ancak yaratıcılık ve pratik
bilgileri ölçmekte yetersiz kaldığını belirtiyor. Ayrıca IQ testleri demografik
unsurlara ve koşullara göre düzenlenmemiş ise doğru sonuç vermiyor.
Araştırmalara göre testler düşük stres altındaki koşullarda, liderlik
vasıflarını yeterince ölçemiyor. Yüksek stres altındaki koşullarda, IQ'nun
liderlik özellikleriyle ters orantılı olduğu biliniyor. Ayrıca kolej ve
üniversiteye giriş sınavlarına girenler, deneyimli bir sınav öğrencisi ile
sınavı ilk kez gire öğrenci arasında büyük fark olduğunu, test başarısının
deneyim düzeyine bağlı olarak değiştiğini belirtiyor.
Ne var
ki bu standart IQ testleri insanlar arasındaki farklılıkları törpüleyerek bir
anlamda eşitlik sağlıyor. 1. Dünya Savaşı'ndan önce saygın üniversiteler
öğrenci seçiminde, adayların aile durumunu ve mezun olduğu okulları baz
alıyorlardı.
Kişinin
yeteneklerinin tümünü tek bir zeka testiyle ölçmek mümkün değil. Harvard Üniversitesi,
eğitim dalı öğretim görevlisi Howard Gardner, ''Zekânın Türleri'' başlıklı
makalesinde, insan zekasının çeşitli unsurlardan oluştuğunu ileri sürüyor.
Gardner'a göre bu unsurların sayısı dokuzu buluyor. Gardner, evrim, beyin
faaliyetleri, gelişim biyolojisi gibi bilim dallarından yararlanarak zekayı
dil, matematik, müzik, spatiyal (uzaysal) bedensel çeviklik, kişisel zeka,
doğal nesneleri ve mistik kuramları algılama yeteneği gibi parçalara bölüyor.
Gardner'ın kitapları bugün eğitim fakültelerinde okutuluyor.
IQ kendini savunuyor
Delaware
Üniversitesi eğitim kürsüsü öğretim görevlisi Linda S.Gottfredson 'un
zekâ konusundaki görüşleri Sternberg ve Gardner'dan farklı. Görüşlerini ''Genel
Zeka Faktörü'' başlığı altında derleyen Gottfredson, tüm beyin faaliyetlerini
''g faktörü'' ile açıklıyor. G faktörü kavramında dil ve matematiksel yetenek
gibi unsurlar insan yeteneklerinin en alt sıralarında yer alıyor. Gottfredson'a
göre IQ testlerinden alınan sonuçlar kişinin akademik ve yaşam başarılarına ilişkin
çok önemli ipuçları içeriyor.
G kavramı uzun ve tartışmalı bir
geçmişe sahip. Yüzyılın başında ortaya atılan bu kavram kimi zaman yere göğe
konulamazken, kimi zaman yerden yere vuruldu. 1981 yılında Stephen Jay Gould
'un ''Yanlış Ölçüm Kurbanı İnsan'' isimli kitabının yayınlanmasıyla g
faktörü psikologların gözdesi haline geldi. Kitabında, bilim adamlarının zekâ
ölçümlerinde ırkçı önyargıların etkisi altında kaldığını öne süren Gould, genel
zekâ faktörünün hesaplanmasında tarafsız ve standart ölçümlerin baz alınması
gerekliliğini vurguluyordu. IQ ölçümleri tarihte ilk kez, göçmenleri toplum
dışı bırakmak isteyen politikacılara geçerli bir gerekçe hazırlamak amacıyla
gerçekleştirildi. Bu nedenle zekânın kalıtsal yönüne öncelik veren bilim adamları
her zaman çoğunluğun tepkisiyle karşılaşmışlardır.
Ne var ki genler üzerinde yapılan son
çalışmalar, zeka ile ırklar arasında yakın bir ilişki olduğunu savunan bilim
adamlarını destekler nitelikte. Geçen yıl mayıs ayında Londra Psikiyatri
Enstitüsü'nden Robert Plomin ve çalışma arkadaşlarının yüksek zekanın mutasyona
uğramış bir genden kaynaklandığını öne sürmeleri sert tartışmalara yol açmıştı.
Plomin'e göre söz konusu mutasyon, 6 numaralı kromozom üzerinde, metabolizmayı
yönlendiren bir gende meydana geliyordu. Bu keşif, bazı insanların doğuştan
yüksek zekâya sahip olduğu savını tartışmaya açtı. Araştırmalar ilerledikçe
IQ'nun çağlar boyunca yükselen bir trend izlediği tespit edildi.
Bu tartışmalar henüz sonuçlanmış değil;
bilim IQ'nun genlerden mi, yoksa çevreden mi daha fazla etkilendiği sorusuna
henüz kesin bir yanıt veremiyor.
Fonksiyon ve anatomi
Boston
College'den psikoloji profesörü Ellen Winner, ''Harika Çocuklar, Yetenekli çocuklar ve Dahiler'' başlıklı
makalesinde ileri zekalı ve yetenekli çocukların eğitim sorununu ele alıyor. Bu
çocuklar genellikle bir konuda olağanüstü bir yeteneğe sahip olmakla birlikte,
bazı konularda ortalama bir performans sergiliyor. Bilim adamları bu çocukların
beyin faaliyetlerini inceleyerek insan beyninin çalışma şeklini anlamaya
çalışıyor.
Bu
arada nörobiyologlar sıradan bir insanın beyin faaliyetlerini güçlendirmek için
''Akıllı İlaç'' adı verilen mucize ilacı üretmeye çalışıyor. İlaç şirketleriyle
yakın işbirliği içinde yürütülen bu çalışmalar şimdilik deneylerde kullanılan
meyve sinekleri ve sümüklüböceklerle sınırlı. Şu anda piyasada bulunan bu tür
ilaçların belleği ne kadar güçlendirdiği konusunda yeterli klinik kanıtların
bulunmaması ilaçların güvenilirliğini sarsıyor. Örneğin harika ilaç olarak
empoze edilen ''gingko biloba'', yararları klinik bulgularla
desteklenmediğinden, ''kocakarı ilacı'' tanımlamasından kurtulamıyor.
İnsan zekâsı üzerindeki araştırmalar,
otomatikman zekanın nasıl ortaya çıktığı sorusunu gündeme getiriyor. Washington
Üniversitesi, Tıp Fakültesi'nden nörofizyolog William H.Calvin, ''Zekânın
Ortaya Çıkışı'' başlıklı yazısında değişik bir ''2001:Uzay Yolculuğu''
senaryosundan yola çıkarak zekânın ortaya çıkışını insanın siyah monolite taş
atmasına, uzaya bir sopa fırlatmasına bağlıyor. Calvin'e göre hedefi vurmak
için bir ölçüde öngörü ve plan yeteneği gerekiyor. Bu unsurlar giderek lisanın,
müziğin ve yaratıcılığın gelişmesine yol açarken, insanoğlunun diğer
hayvanlardan ayrılmasına zemin hazırlıyor.
İnsanoğlunun giderek hayvanlardan
farklılaşması hayvanların zeki olmadığı anlamına gelmiyor. Princeton
Üniversitesi'nden karı- koca iki bilim adamı, James L.Gould ve Carol Grant
Gould , hayvanlardaki problem çözme yeteneğine dikkat çekerek, katı bir
davranışçılık kuramı ile bu yeteneğin açıklanabileceğini ileri sürüyor.
Gould'lara göre hayvan davranışları şartlı reflekslerle açıklanabilir. Doğal
olarak hayvanların her hareketi zeka gerektiren bir eylem değildir; hayvan
davranışlarının pek çoğu genler ve içgüdülerle sınırlıdır.
Arizona Üniversitesi profesörlerinden
Irene M.Pepperberg, lisanın bilişsel yeteneklerin gelişiminde çok önemli bir
rol oynadığını düşünüyor. ''Alex ile Sohbet: Papağanlarda mantık ve konuşma''
adlı makalesinde Pepperberg, hayvanların simge ve ses yardımıyla iletişim
kurmayı öğrenebileceğini ileri sürüyor. Ancak bu arada konuşma dilini anlayarak
kullanıp kullanmadıkları henüz bilinmiyor.
Zekânın lisandan başka ölçütleri daha
var. Kendinin ve başkalarının bilincinde olmak bu ölçütlerden biri. State
University of New York'un öğretim görevlilerinden Gordon Gallup, ünlü ayna
deneyi ile yalnızca insanların, şampanzelerin ve orangutanların kendilerinin
bilincinde olduğunu, ancak başkalarının duygularının bilincine varamadıklarını
ileri sürüyor. Oysa University of Southwestern Louisiana'dan hayvan davranış
bilimcisi Daniel J. Povinelli, Gallup'un ayna deneyiminden elde ettiği
bulguları yanlış değerlendirdiğini ileri sürerek, ''Şampaze ve orangutanlar
kıllı insan yavruları değildir'' diyor ve insanın dışındaki primatların sempati
ve empati yeteneğinden yoksun olduğunu iddia ediyor.
Ben, Robot
İnsanın
en yakın akrabası kendi bilincinde olmasa da bilgisayarlar bu yeteneği
geliştirebiliyor. Yapay zeka konusundaki görüşlerini ''Programlı Kanatlar''
başlıklı makalede toplayan bilgisayar uzmanları Kenneth M.Ford ve Patrick
J.Hayes , bilim adamlarının yapay zeka konusunda yanlış bir yol izlediklerini
belirterek, şunları söylüyor:''Mühendisler yıllardır kuşları taklit ederek uçan
makineler yapmaya çabaladı. Ancak modern uçaklar kuşlardan farklı bir şekilde
uçuyor. Sonunda akıllı zekanın doğayı taklit etmek zorunda olmadığı anlaşıldı.
Bugün çevremizde bunun örneklerini bol bol görüyoruz.''
Bilgisayarsız bir dünya artık
düşünülemiyor. Akıllı makineler dört bir yanımızı sarmış durumda. M.I.T. Medya
Laboratuvarı'ndan yazılım uzmanı Alex P.Pentland, bilgisayarların ayrılmaz
parçalarından klavye, ekran ve modemin giyilebilir hale getirilmesine öncülük
edenlerden. Örneğin, e-mail'ler gözlüklerden okunabilecek; ayakkabılara monte
edilmiş jeneratörler cep telefonlarınıza enerji sağlayacak. Bilgisayar
teknolojisindeki bu gelişmeler birgün insan beyni ile bilgisayarlar arasında
doğrudan ilişki kurulmasını gündeme getirecek. Bu şekilde belleğin sınırları
genişleyecek, beyne kayıtlı bilgilerin bilgisayara aktarımı veya tersi mümkün
olacak. Bu şekilde nöronlar silikonlara bağlanabilecek.
Dünyadaki nöronların üzerindeki perde
her gün biraz daha aralanırken, uzaydaki nöronlar gizini hala koruyor. Buenos
Aires Üniversitesi'nden uzay bilimci Guillermo A.Lemarchand uzayda zeki
yaratıkların (SETI) varlığını araştırıyor. ''Orada Akıllı bir Yaşam Var mı?''
başlıklı makalesinde Lemarchand, bugüne dek uzayın akıllı yaratıklarıyla ilişki
kurulmamasını, astronomların uzayın daha çok küçük bir bölümünü incelemesine
bağlıyor. Bugün SETI projesinin yalnızca özel fonlarla desteklenmesi ve radyo
teleskopların güçlerinin yetersiz olması bu süreci geciktiriyor.
Reyhan Oksay
Scientific
American, Winter 1998
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder