Düşünme ve planlama yeteneğinin insan zekâsına özgü
bir nitelik olduğuna inanılır. Mantık unsurunun salt insanlarda bulunduğu ve bu
nedenle de bizi diğer canlı türlerinden ayırdığı düşünülür. Oysa son yirmi
yıldır, bu entelektüel üstünlük konusuna kuşkuyla yaklaşılıyor. Artık birtakım
araştırmacılar bazı hayvanların da düşünebileceğini ileri sürüyorlar. Aynı
zamanda, insan soyunun görünürdeki beyinsel zaferlerinin öğrenme kapasitesinden
çok, doğuştan var olan bir tür programlamadan kaynaklandığına inanılıyor.
Hayvan
zekâsıyla ilgili en çarpıcı bulgu 1904 yılında Akıllı Hans adlı atla ilgili bir
araştırmada elde edildi. İnsanlar kadar akıllı olduğu düşünülen bir hayvanın
gizemini ortaya çıkaran araştırmacı Oskar Pfungst, bu durumu şöyle
betimlemişti: Bu konuda uzun süre araştırılan şey sonunda bulundu. Bir at
aritmetik problemlerini çözebiliyor. Bu hayvan uzun süren eğitimler sonunda
soyut düşünce düzeyine ulaşabildi.
Hans aynı
zamanda günlük Almancayı okuyabiliyor ve anlayabiliyordu.
Uzman
gruplar at üzerinde denemeler yaptıktan sonra Pfungst'un deney sonuçlarının
doğru olduğu saptandı. Pfungst, aylarca hayvanı inceledikten sonra Hans'ın
zekâsının nereden kaynaklandığını belirledi: Hayvan ayağındaki nal sayısını
gösteren sayıya yaklaştıkça izleyicilerden gelen tepkiler ve seslerin artması
onu yönlendiriyordu
Hans'la
ilgili bu bulgular, daha önce hayvanların düşünce biçimleriyle ilgili
çalışmalardan geri adım atılması anlamına geliyordu. Bu olaydan önce,
hayvanlara mantık ve düşünme gücü atfetmek yaygındı.
İngiliz
karşılaştırmalı psikoloji uzmanı George J.Romanes 1888 yılında yazdığı Animal
Intelligence (Hayvan zekâsı) adlı yapıtında bu düşünme çıtasını o kadar alçattı
ki onun iddiaları doğrultusunda bir deniz kabuğu bile mantıklı sayılabilirdi. Romanes,
içgüdülerin devreye girmemesi durumunda mantığın arabulucu olması gerektiğini
düşünmüştü.
Ancak Akıllı
Hans olayından sonra davranış psikolojisi uzmanları İngilizce konuşulan dünyada
hayvanlar üzerindeki denemelerle ilgilenmeye başladılar.
Bu bakış
açısı yalnız hayvanlarda değil insanlarda da içgüdü, bilinç, düşünce ve özgür
iradenin yadsınmasına yol açtı. Davranış psikolojisinin kurucusu olan Amerikalı
psikolog John B.Watson ' a göre, tüm insan ve hayvan davranışları
şartlanmanın ürünüydü. Watson insanların, eğitimle çok yüksek düzeyde sözel
alışkanlıklar geliştirebilmelerine rağmen gerçek anlamda düşünmediklerini
belirtiyordu.
Romanes'in
görüşünün tersine Watson, hatta öğrenmenin de anlama gerektirmeden otomatik bir
davranış olabileceğini ileri sürdü. Watson'a göre, klasik şartlanma da içsel
bir uyarı - tepki refleksini yeni bir uyarıcıyla ilişkilendiriyor. Örneğin,
böylece, bir köpeğe zil çaldığında ya da ışık yandığında bunun yiyecek anlamına
geldiği öğretilebiliyor. Davranış psikolojisindeki diğer öğrenme türünde ise,
davranışların ödüllendirilmesi doğrultusunda hayvanların deneme yanılma
yöntemiyle keşfetmeleri ve bu verilerin yeni davranış biçimleri
geliştirmelerine yol açması pek beklenmiyor. Her iki durumda da anlama
gerekmiyor. Türlere özgü öğrenme programlarıyla ilgili daha sonraki keşifler
bile davranış öğretisine büyük darbeler indirmesine rağmen hayvanların bu pasif
öğrenme mekanizması görüşünde fazla değişiklik yapamadı.
Düşünce için
hangi ölçütler geçerli?
Romanes'in
ikna edici olduğunu düşündüğü davranış biçimleri artık pek fazla gerçekçi
bulunmuyor. Örneğin, kuşların ve böceklerin hayli karmaşık yuva kurma
yöntemlerinin tamamen doğuştan kaynaklandığı biliniyor. Yuva yapma
alışkanlığının uygulamalarla geliştiği ve deneyim kazanıldıkça yuva için daha
iyi yerlerin bulunduğu doğru ancak hayvan işe koyulmadan önce bu yöndeki
davranışını belirleyecek temel unsurların doğuştan var olduğu yadsınamaz.
Gerçekte,
bizleri son derece etkileyen karmaşık uyum davranışları da öğrenilemeyeceği
için bunlara doğuştan sahip olunduğu düşünülüyor. Aynı zamanda davranış
öğretisini savunanların da gösterdiği gibi, öğrenme otomatik olabiliyor.
Gerçekte şartlanma, doğuştan gelen karmaşık olasılıkların bir bileşkesi
şeklinde düşünülüyor. Buna göre, anne babasının arkasından giden küçük ördek
neyi niçin yaptığını anlasa bile yavru kuşun önüne konulan oyuncak bir trenin
arkasından gitmesi herhangi bir anlama gerektirmiyor. Bu bulgular ışığında da,
davranışı değiştirmeye yönelik öğrenme eyleminin, düşünmenin açık bir kanıtı
olarak algılanamayacağı ortaya çıkıyor.
Düşünmeyle
ilgili ipuçları
Bir hayvanın
düşünebileceğini ileri sürmek için, türlerin doğal tarihi ve doğuştan olan
davranış eğilimlerini iyi bilmek gerekir. Hayvanların düşünceleriyle ilgili
araştırmalara geçmeden önce onların bazı eylemlerini önceden
planlayabildiklerini ileri süren bazı çalışmalardan söz etmek gerekiyor.
1914 yılında
Alman psikolog Wolfgang Köhler , Kanarya Adaları'nda maymunlarla ilgili bir
araştırma merkezinde çalışıyordu. Köhler, şempanzelerine deneme ve yanılmadan
çok, bilgiyle çözümlenebilecek problemler sundu. Örneğin, ilk önce, bir hevenk
muzu maymunların erişemeyeceği bir yere astı; şempanze, muzu almak için birkaç
başarısız girişimde bulunduktan sonra bir köşeye çekilip büzüldü. Ancak muzlara
yeniden dönüp baktığında birden ortada bir kutu olduğunu gördü. Kutuyu hemen
kapan maymun kutunun üzerine tırmanıp muzu aldı.
Daha sonra
ise muzlar daha da yükseğe asılarak kutuların üst üste konulması, kısa
sopaların iç içe geçirilerek uzun bir değneğin oluşturulması gibi daha karmaşık
yöntemler gerektiren denemelere girişildi. Köhler'in çalışmasına yönelik
eleştiriler ise iki önemli noktaya dayanıyordu: Bu hayvanların daha önceki
deneyimlerinin bilinmemesi, laboratuvarlarda eğitilen şempanzelerin
tırmanabilmeleri için kutuların ve değneklerin yapımı için gereken sopaların
bulunmasıydı.
1940'lı
yıllarda Berkeley'deki California Üniversitesi'nden Edward C.Tolman '
ın uyguladığı testler bu tür sorunlar içermiyordu. Tolman'ın deneyinde, T
şeklindeki bir labirentin her iki ucuna aynı yiyecek konularak, hayvanın
herhangi bir şeyi önceden öğrenmesine gerek kalmadan yiyeceğe ulaşması
gözlendi. İlk denemede sol kol karanlık, dar bir kutuya uzanırken, sağ kol ise
beyaz, geniş bir kutunun içine sokulmuştu. (Fareler içgüdüsel olarak karanlık
ve dar kutuları yeğlerler). Başka bir gün ise fare başka bir odada karanlık ve
dar bir kutuya sokularak hayvana elektroşok uygulandı. Üçüncü gün elektroşokun
etkisi altındaki farenin baştaki labirentine döndüğü görüldü. Şartlanma
teorisine göre, herhangi bir davranış öğretilmeyen fare labirentte rasgele
keşfe çıkar. Buna alternatif olarak, içgüdüleri doğrultusunda dar ve karanlık
kutunun yerini öğrenmiş olması gerekir. Ancak farenin doğrudan labirentin
sağına gidip beyaz kutuya yöneldiği görüldü.
Tolman'ın
görüşüne göre fare görünüşte birbiriyle ilintisiz ve bağımsız deneyimlerden
yararlanarak bir plan hazırladı. Amerikalı bilim adamı bu planı da, bilgiye
dayanan harita olarak adlandırdı. Bu bakış açısı şempanzelere uygulandığında,
görünüşte herhangi bir deneme/yanılma yöntemi olmadan muzların altına kutuyu
çekmek için kutularla neler yapılabileceğiyle ilgili bilgiyi muzların arzu
edilebilirlik derecesiyle ilişkilendirmek gerekir. Deneme/yanılma yöntemi
olmadan şempanzeler basit bir plan üretmek zorunda kaldılar.
Bu da, en
basit şekliyle hayvan düşüncesinin bir göstergesi sayılabilir.
Bilgiye
dayalı haritalar
Bilgiye
dayanan haritaların arılar ve örümcekler için de geçerli olduğu yönünde kanıtlar
bulunmasına rağmen, hayvanların düşünceleriyle ilgili çalışmaların kuşlar ve
maymunlar üzerinde yoğunlaştığı belirtiliyor.
Bu konuda en
önemli kanıt ise bazı hayvanların kavramlar oluşturabilme yeteneğidir. Buna
örnek olarak, Harvard Üniversitesi'nden Richard J.Herrnstein 'ın
güvercinlerle yaptığı deneydir. Herrnstein'ın deneyinde laboratuvarlarda
eğitilen güvercinlere ağaç, balık ya da yaprak gibi nesnelerin diyapozitifleri
gösterilmiştir. Daha sonra kuşlar, örneğin ağaç resmini gagaladıklarında,
yiyecekle ödüllendirilmişlerdir. Deney sırasında kuşların, ödüllendirilen
slaytların ortak özelliklerini belirleyinceye kadar öğrenme sürecinin son
derece yavaş olduğu gözlenmiştir. Bazı durumlarda güvercinler, yüzlerce resim
arasından ödüllendirilen görüntülerin hepsini hatırlama yöntemine
başvurmalarına rağmen çoğu kez ortak özellik üzerinde odaklanarak başka bir
slayt setinde de başarı sağlayabilmişlerdir. Öte yandan, kuşların yuvalarının
yolunu bulmak için de çeşitli zihinsel haritalar geliştirdikleri bilinmektedir.
Bunların, bilinen bir yerden başka bir yere gitme yeteneği gerçek bir 'bilgiye dayanan harita' örneği olarak
gösterilmektedir.
Yiyecek bulma yeteneği
Doğuştan var
olan çeşitli yeteneklerin kullanımı basit düşüncenin kanıtı olabilir. Örneğin,
Kuzey Amerika'da yaşayan bir cins olan yağmurkuşlarının , düşmanlarını
yumurtalarından uzak tutmak için ötmekten kırık kanat taklidi yapmaya kadar
çeşitli kurnazlık yöntemlerine başvurdukları görülmektedir.
Örneğin, bir
tilki doğrudan yuvaya yaklaştığında kuşun oldukça karmaşık bir gösteri olan
kırık kanat taklidi yöntemine başvurduğu saptanmıştır.
Öte yandan
bazı araştırmaların sonuçları, kuşların çok iyi planlama yöntemleri
bildiklerini ortaya koyuyor. Bunlardan biri de, balıkçılların balıkları avlamak
için geliştirdikleri sisteme dayanıyor. Balıkçıl kuşları avlarını elde etmek
için suya bir parça yem atıyorlar; balıklar yaklaştığında da hemen harekete
geçerek onları avlıyorlar. Bu avlanma yönteminin yüksek başarı derecesi ve buna
rağmen balıkçıl kuşları tarafından çok fazla kullanılmaması kuşların bunu
doğuştan bilmesini olanaksız kılıyor. Kuzgunlar üzerinde yapılan daha kontrollü
bir deneme ise Vermont Üniversitesi'nden Bernd Heinrich tarafından
gerçekleştirildi.
Heinrich,
elde yetiştirilmiş kuzgunları etrafı çevrili bir alan içerisinde kapatarak
onların öğrenme yeteneklerini değerlendirdi. Bu deney için tüneklere, uçlarına
et parçaları bağlı sicimler astı. Sicimler, kuzgunların bulundukları yerden
uzanıp et parçalarını rahatlıkla alamayacakları kadar uzundu. Kuşlar birkaç kez
bulundukları yerden sicimlere doğru uçup et parçalarını kapmaya çalıştılarsa da
yemler çok iyi korundukları için hamlelerinde başarılı olamadılar. Hayvanlar
birkaç başarısız girişimden sonra Köhler'in şempanzeleri gibi vazgeçtiler.
Test
başladıktan altı saat sonra kuzgunlardan biri birdenbire sorunu çözdü. Hayvan
tüneğin üzerinden aşağı doğru uzandı ve sicimi olabildiğince yukarı doğru
çekerek tüneğin üzerinde bir küme haline getirdi; daha sonra tekrar aşağıya
doğru uzandı ve diğer sicim için aynı uygulamayı yaptı. Böylece etleri tüneğe
yaklaştırıncaya kadar bu işlemlerini sürdürdü. Kuzgunlarla ilgili bu deneyde de
Köhler'in şempanzelerinde olduğu gibi deneme ve yanılma için zaman yoktu.
Bu ilk
girişimin ardından ikinci kuzgun da sorunu çözdü. Bu hayvan türdeşinin daha
önceki hareketlerini inceleme fırsatı elde etmiş olmasına rağmen kendisi
çektiği sicimleri bir yumak haline getirmek yerine düz şeritler halinde
sıralamayı tercih etti. Bir başka kuş ise ete ulaşıncaya kadar sicimleri tüneğe
bağladı. Kuşlardan yalnızca bir tanesi et parçalarını nasıl elde edeceğini
bilemedi.
Öğrenme ve oyun
Kuzgun ların
karşılaştıkları sorunları çözmeye yönelik yöntemleri birbirlerinden öğrenmek
yerine bu konuda bağımsız davranışlar sergilemeleri şaşırtıcı gelebilir.
Gerçekte, maymunların dışında diğer canlıların gözleme dayanan öğrenme
yöntemleri geliştirdiklerine dair pek fazla kanıt yoktur. Araştırmacıların
çoğunun başlangıçta benimsedikleri yöntemlerin gözlemlenerek öğrenilmesi olgusu
daha sonra 'sınırlı alanda güç kazanma' teorisine dönüşmüştür.
Bu
satırların yazarları tüm kedi ve köpek meraklıları gibi uzun süre hayvanların
birbirlerinin davranışlarını ender olarak taklit ettiklerinden kuşku duydular.
Örneğin, kedinin odadan çıkabilmek için kapalı olan kapının tokmağına atlayıp
durması insan davranışını taklit etmek şeklinde algılanabilir. Oysa gerçekte,
dikey atlayışlar kemirgenlerin doğuştan bilinen davranışlarının bir parçasıdır.
Bu örnek diğer pek çok taklit eğilimi gibi doğuştan olan ya da şartlı
davranışın 'sınırlı alanda güç kazanması' yöntemiyle yeni bir mekanda
uygulanmasıdır.
Zeki
hayvanların paylaştıkları diğer bir davranış şekli ise oyundur. Örneğin,
ahtapotlar denizin üzerinde dalgalanan nesnelerin arkasından jet hızıyla
yüzerler. Papağanlar yüzerler ve kartopu yaparlar. Yunuslar ve balerinler suyun
içinden havaya zıplarlar. Kuzgunlar birbirlerine taş atarlar ve oluşturdukları
dev kartoplarını birbiri ardı sıra yuvarlarlar.
Maymunlar i
se maskaralıklarıyla ünlüdürler. Bunların yeğledikleri oyun türleri arasında,
akarsu kenarlarında ağaç dallarında sarkarak gürültü patırtıyla su sıçratmak ya
da yapraklarla gözlerini örterek körebe oyununu oynamak sayılabilir.Sonuç
olarak, bu hayvanların kafasından neler geçtiğini bilmesek bile en katı
gözlemcinin dahi bu davranışların can sıkıntısını gidermeye yönelik basit
eylemlerden çok daha öte zeka pırıltıları olacağını düşünmesi kaçınılmazdır.
Zekâyla ilgili görüşler
Dil faktörü
düşünce ve bilinçle ilgili tartışmalarda hep baskın olmuştur. Hatta bazı
felsefeciler, bilinçli aklın yaratısı, planlama ve düşünme için gerekli bir
araç olarak gördükleri dilin salt insana özgü olduğunu söyleyebilecek kadar
ileri gitmişlerdir.
Maymundan
arıya kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kaplayan canlı türlerinin kullandığı
sembolik dile ise temkinli yaklaşılmıştır. Ancak son zamanlarda hayvanların
sözel olmayan planlama yöntemlerine sahip olduğunu gösteren güçlü kanıtlar
uzmanların bu yöndeki katı görüşlerinin biraz yumuşamasına yol açtığı gözlenmektedir.
Bu arada sessiz harflerin tanıma, dil ve gramer yeteneğinin büyük ölçüde
doğuştan kaynaklandığının ortaya konması insanoğluna biçilen üstün görüntüyü
önemli derecede sarsmıştır.
Tür olarak
insanoğlunu diğerlerinden ayıran genetik özelliğin, yarasaların sesin
yankılanmasından yararlanarak kendilerinin ya da başka bir şeyin yerini
belirleme yeteneğinden daha karmaşık olmadığı varsayılmaktadır .
Ancak
insanoğlunu şaşırtıcı bir entelektüel potansiyelle donatan dil, ona iletişim
yeteneğiyle beraber planlama ve mantık yürütebilme özelliğini de sunmaktadır.
Öte yandan, yeryüzünü paylaştığımız o büyüleyici hayvan türlerine baktığımızda
ise insanoğlunun maymun soyunun değişik bir çeşidinden başka bir şey olmadığı
görüşümüz ağırlık kazanmaktadır.
Anahid Hazaryan,
Kaynak: James L.Gould ve Carol Grant Gould, Scientific
American, S. 52 - 59
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder